15 Şubat 2012 Çarşamba

Mutlu Evliliğin 10 Altın Kuralı

Dr. Cem KeçeEvlilik insanın kayıp yarısını arama çabasıdır. Evliliğinizde veya ilişkinizde sorunlar mı var? Sorunsuz ilişki olmaz ama kronikleşirse korkulan son kaçınılmaz olabilir. Oysa uzmanların tavsiye ettiği birkaç basit ve etkili kurala uymak sizi mutluluğa kavuşturabilir.
Dr. Cem Keçe


CİSED Genel Başkanı


 





Mutlu ve sorunsuz bir evlilik, bu kuruma adımını atmış çiftler için en önemli tercihtir. Ancak ister evlilik olsun ister beraberlik, başarılı bir ilişki göründüğü kadar kolay değildir. Karmaşık bir yapıya ve hassas dengelere dayalı olan kadın-erkek ilişkisinin başarısıysa, uzmanların tavsiye ettiği bir takım basit ama önemli kurallara uymakla mümkün. İnsan doğuştan yarım ve yalnızdır. Evlilik aslında kişinin kayıp olan yarısını bulma arayışıdır. Evlilik tamamlanmak, bütünleşmek ve bütünlenmektir. Evlilik kurumunu kişiler kendini güvende hissetmek amacıyla oluşturur.


 


“Güven Yoksa Evlilik De Yok”


Evlilik kurumun amacı bütünleşme arzusudur. Çünkü insanoğlu annesi ile bir bütün olarak ana rahminde gelişir. Bu bütünlük duygusu anneyle bir olma isteğidir. Anne rahminde kişi kendini güvende ve cenneteymiş gibi hisseder. Fakat annenin rahminden çıktığında insan o duyguya yeniden kavuşmak ister. İşte sağlıklı ve mutlu bir evlilik, bu bütünlük duygusunu verdiği için kişiye güveni hissettirir. Ama güven yoksa bu takdirde hırçın ve çaresiz hissettirir. Bu yüzden evlilikler çoğu zaman insanı ya hırçın ve çaresiz ya da huzurlu ve mutlu kılar.
Peki Evlilik Nasıl Çatışmaya Dönüşüyor?


İç Sesinize Takılmayın, Anlatın!


“Bir insanı iki olgu rahatsız eder. Biri kendi iç sesidir. Diğeriyse başkalarının onun hakkında söyledikleridir. Bunu evliliklere de uyarlayabiliriz. Evliliklerde de kişiler eşleri hakkında iç seslerine ve eşlerinin kendilerine sarf ettiği sözlere ve yaptıklarına kafalarını çok takarlar. Bununla birlikte hem kendilerini hem de eşlerini suçlamaya başlarlar. Bir insanı mutlu eden de iki olgu vardır: Anlatmak ve anlaşılabilmek… Eğer evlilikte çatışma başlamışsa karı-koca ne dertlerini birbirlerine anlatabilirler ne de anlaşıldıklarını düşünebilirler. Bu nedenle kendilerini güvende hissetmezler. Demek ki iç seslere kulak vermek ya da düşüncelerinizi içinize hapsetmek yerine anlatabilmek ve de doğru bir şekilde anlaşılabilmek çok önemli.
Evliliğin yolunda gitmemesinin en önemli nedenleri, birbirini suçlayıcı tavır alma, küçümseme, saygısızlık, sürekli kendini savunma, iletişimsizlik ve saldırganlıktır.


Mutlu Bir Evliliğin Kuralları Nedir?


İşte Mutlu Evliliğin 10 Altın Kuralı


1-      Bankada Bir Hesap Açtığınızı Düşünün. Bu hesaba ne kadar mutlu an yatırırsanız ilişkiniz de o kadar mutlu ve uzun ömürlü olur. Amacınız hesabınızı mutlulukla doldurmak olmalı.


2-      Birbirinize Olan İlgisizliğinizin Nedenini Bulun. Kıskançlıklar, hep bir arada olma, ilginin çocuklara kayması, maddi sorunlar, evlilik sorumluluklarının ağır gelmesi ve gerçekçi olmayan beklentiler çiftin birbirlerine olan ilgisini azaltabilir.


3-      Aklınızda Bir Anahtarlık Hayal EdinAnahtarlığınıza koşulsuz sevme, anlayış, hoşgörü, arkadaş olabilme, samimiyet, şefkat, emek, sabır ve fedakarlık anahtarlarını takın. Anahtarlığa takılan tüm bu olgular mutlu evliliğin kapılarının altın anahtarlığını barındırır.


4-      Sevgiliyken Yaptıklarınızı Tekrarlayın. Çiftler her nedense evlenince, toplumun onlara yüklediği roller doğrultusunda evlilik sürecine sevgililiği birbirlerine yakıştıramazlar. Böylece kısa süre önce sevgiliyken yaşadıkları güzel paylaşımları evliliklerine taşıyamazlar. Hatta flörtü evliliğin doğal süreci olarak görmeme eğilimi hâkim olur. Oysaki insanları değiştiren evlilik değil evliliğe bakış şekilleridir. Evlilikle birlikte sevgiliyken yaptıkları davranımlardan uzak duran çiftler zaman içerisinde hayatın onlara sunduğu monotonluğu yaşar ve sevgilerini, paylaşımlarını sorgulamaya başlarlar. Halbuki sevgiliyken yapılan küçük paylaşımların devam etmesi ilişkiyi ateşler. Kişilerin kendilerini daha iyi hissetmesi ve tutkularının devam ettiğini görmek kişileri birbirine bağlar. Eski tutku ve sevgilerinin devam ettiğini görmek ayrıca yeni paylaşımların artmasına da neden olur.


5-      Eşinizin Bir Konu Hakkındaki Fikirlerine Ya Da Hayallerine Değer Verin. Katılmasanız dahi onun ortaya koyduğu fikirlere saygı duyun ve sonuna kadar dinleyin.


6-      Evliliğinizi Monotonluktan Kurtarmak İçin Yenilikler Yapın. Kaliteli zaman geçirmek için olanaklar yaratın. Ona beklenmedik küçük sürprizler yapın. Özel bir gün olmasa dahi ona küçük bir hediye alın. Birlikte vakit geçirmek için fırsat kollayın. Ortak zevklerinize uygun paylaşımlar yaratın.


7-      İlgi Çekmek İçin İlişkinize Gizem Katın.


8-      Narsistik Gereksinimlerinizi Karşılayın. Kendinizi sevin ve beğenin.


9-      Eşinizi Fark Edin. Onun saçını boyadığını, zayıfladığını, sizin için yaptığı küçücük de olsa özel bir şeyi görün ve takdir edin.


10-   Öfkelendiğinizde Asla Şiddete Başvurmayın. Mola verin, ortamı terk edin, duş alın ve uyuyun. Müzik dinleyin. Kavganızın dozajının yükseldiği anda nefes alıp vererek gevşeyin. Çatışmalarınızı yıkıcı değil yapıcı olarak ele alın. Kişisel eleştiri değil davranışsal eleştiri yapın. Kendinizi onun yerine koyun ve empati yapın.

Hastalıktan Kurtulmak İçin Portakal Suyu İçin!

Prof. Dr. Neriman İnanç


Kış aylarında soğuk algınlığı ve grip gibi üst solunum yolu enfeksiyonlarında da artış görülür. Hastalıktan korunmak için uzmanlar içeriğinde bol miktarda C vitamini olan portakal suyunun içilmesini öneriyor.


Prof. Dr. Neriman İnanç


Erciyes Ün. Sağlık Bilimleri Fak.


Beslenme ve Diyetetik Bölüm Bşk.


 






Havaların soğumasıyla birlikte vücut direnci azalan kişilerde gribal enfeksiyonlarda önemli bir artış gözlenir. Uzmanlar, soğuk kış günlerinde vücudun direncini artırmak için içeriğinde bol miktarda vitamin olan meyve sularının tüketilmesini önerir. Özellikle C vitamininin bağışıklık sistemi üzerinde önemli bir etkisi olduğunu ifade eden uzmanlar portakal suyunun sofralardan eksik edilmemesini tavsiye eder.


 


Vücutta yapımı mümkün olmayan ve dışarıdan alınan besinlerle vücuda giren C vitamininin azalmasıyla özellikle gribal hastalıklara davetiye çıkarılır. Soğuklarla birlikte azalan enerjinin ve sürekli yorgunluk yaratan etkenlerin ortadan kaldırılması için C vitamini içeren ürünlerin tüketilmesi gerekir. Portakal suyunun bolca tüketilmesi halinde kişi hastalıktan korunur.


Yetişkin bir insanın günlük ortalama 60 mg civarında C vitaminine ihtiyacı olmakla birlikte, bir bardak portakal suyu günlük C vitamini ihtiyacını karşılamaya yetiyor. Ayrıca portakal suyunda bulunan flavonoidlerin kanser hücrelerinin gelişimini engellediği, kılcal damarları beslediği, antialerjik ve antimikrobik olduğu biliniyor. Portakalda bulunan flavonoidlerin bir türü olan naringin ise vücuda alınan gıdaların yağ yakımını sağlıyor. Portakalda bulunan petkin ise bağırsak faaliyetlerinin düzenlenmesine kan şekerinin düzenlenmesine ve kolesterolün düşürülmesine yardımcı oluyor.


 

Heyecan Tutkunuz Sakatlıkla Sonlanmasın…

Op. Dr. Bülent ÇaparKayak Federasyonu tarafından düzenlenen Alp Disiplini yarışlarına katılmak için Konaklı’da hazırlanan Aslı Nemutlu’nun, pistte düşerek ağır yaralanması ve ne yazık ki hayatını kaybetmesinin ardından kayağın nasıl dikkat edilmesi gereken ve tedbir alınmazsa ciddi sakatlanmalara yol açabilen bir spor dalı olduğu tartışması yeniden gündeme geldi.


Op. Dr. Bülent Çapar
Ortopedi ve Travmatoloji Uzm.





Kış sporlarında özellikle kayak yaparken dikkat edilmesi gerekenler nelerdir?
Her spor dalında olduğu gibi spora başlamadan önce gerekli kas egzersizlerini yaparak ısınmak gerekir. Isınmamış kas ve bağlar yaralanmaya açıktır. Soğuk havalarda görülen sakatlıklar daha çok kas ve tendon sakatlıkları olduğundan; vücut ısısını koruyan, rüzgâr ve su geçirmez kıyafetler tercih etmelisiniz. Ayrıca hafif kıyafetler, ayakları terletmeyen ve ayak bileğini destekler nitelikte olan ayakkabılar ve kar gözlüğü, eldiven ve eklem pedleri gibi ekipmanların kullanımı spor yaralanmalarını önemli ölçüde azaltır.



Kış sporlarında en çok hangi tip yaralanmalarla karşılaşıyorsunuz?
Genelde düşmeye bağlı el bileği burkulmaları ve eklem çevresi kırıkları gibi basit sakatlıklarla karşılaşıyoruz. Ancak ayak bileği ve diz yaralanmaları çapraz bağ, yan bağ yaralanmalarını beraberinde getiriyor. Diz yaralanmaları basit bir menisküs yırtığından, daha ciddi bağ yaralanmalarına kadar değişen boyutlarda çok daha ciddi sakatlanmalara yol açabiliyor. Özellikle spor sırasında akut olarak kas gerilmeleri, yırtılmaları, eklem içi ve çevresindeki bağlarda kopma, eklem çıkıkları, kırıklar görülebileceği gibi kronik yaralanmalarda kıkırdak yaralanmaları ve osteoartrit (kireçlenme) de görülebilir.



Bu tip yaralanmalar için risk faktörleri nelerdir?
Öncelikle bu tip yaralanmalar kişinin yapmakta olduğu spora olan yetkinliğine, eğitimine ve tekniğine bağlıdır. Kayak gibi teknik bilgi isteyen sporlara başlamadan önce mutlaka ders alınmalıdır.


Yaralanmalar için risk faktörlerini ise çevresel nedenler ve bedensel nedenler olarak basit iki başlık altında toplayabiliriz.


Çevresel Nedenler



  • Vücuda aşırı yük binmesi: Vücut kas ve bağları kişinin yapısına bağlı olarak belirli ölçüde baskıya dayanabilecek ölçüdedir. Bu dayanıklılık daha önce yapılan egzersize bağlı olarak değişir.

  • Doğru olmayan teknikle spor yapılması: Özellikle spor yaparken bağ ve kas yapısının bilinçsizce baskıya maruz bırakılması dokunun yaralanmaya açık hale gelmesine neden olur.

  • Uygun olmayan ekipman: Spora uygun olmayan kıyafet ve donanım ile spor yapılması özellikle ayak-ayak bileği yaralanmalarına ve burkulmaların artmasına neden olur.

  • Vücutta ani ısı değişiklikleri: Çeşitli nedenlerle vücut ısısının belirli sınırlar içinde kalamaması durumunda, çabuk yorulma, yorulmalara bağlı olarak da düşmeler görülebilir.


Bedensel nedenler



  • Bacak uzunluklarındaki eşitsizlikler,

  • Kas güçsüzlüğü,

  • Vücut esnekliğindeki azalma,

  • Eklem gevşekliği,

  • Obezite ve aşırı kilo.



Spor yaralanmaları sonrası uygulanması gereken ilk müdahaleler nelerdir?


Spor yaralanmaları bağ yırtılması, kırık gibi hastanede müdahale ve tedavi gerektirebildiği gibi; çoğu yaralanma da kişinin kendi yapabileceği ilk müdahale ile de rahatlatılabilir. Tipik olarak birçok yaralanma sonrası şişlik, kızarıklık, yaralanan bölgede aşırı duyarlılık ve ısı artışı görülebilir. Yaralanma sonrası ilk yapılması gereken dokunun aşırı şişmesini (ödemi) önlemektir.


Bu doğrultuda yapılması gerekenler:


Buz veya soğuk kompres uygulanması: Hem ağrının hem ödemin artışını önlemede yardımcıdır. Burada önemli olan buzun cilde direkt olarak temas ettirilmemesidir. Birkaç saatte bir 10-20 dakika soğuk kompres uygulanması doğru olacaktır.


Kompresyon: Yaralı bölge bandaj ile hafif sıkıca sarılarak uygulanabilir. Ödemin artmasını önlemekte yardımcıdır. Uç noktadan yukarıya doğru sarılarak uygulanmalıdır.


Elevasyon: Yaralanan uzvun kalp seviyesine yakın hale getirilmesi ödemin gelişimini yavaşlatacaktır.


İstirahat: Aktivitenin bırakılarak istirahata geçilmesi iyileşme sürecini hızlandıran önemli bir etkendir.


İlk müdahalenin ardından zaman kaybetmeden ortopedi-travmatoloji veya acil servis uzmanı olan bir sağlık merkezine başvurulmalıdır.
Her ne kadar yukarıda belirttiğimiz ilk müdahalelerden sonra kişi kendini iyi hissedip sakatlığının düzeleceğini düşünse de bu büyük bir yanılgı olabilir ve sakatlığının daha ciddi boyutlara ulaşmasına yol açabilir. Burada önemli olan ve sıklıkla karsılaştığımız konulardan birisi de bireye özgü farklılıklardır. Bazı hastaların ağrı eşiği yüksek olduğu için ciddi yaralanma geçirdikleri halde ayak-ayak bileği hareketlerindeki kısıtlılığı önemsiz olarak değerlendirip sağlık merkezine geç başvururlar. Öncelikli olarak tavsiye edebileceğimiz şey yaralanma bölgesinde şişme (ödem) olan hastaların mümkün olan en kısa zamanda uygun bir sağlık merkezine giderek muayene olmasıdır. Sakatlığın ve tedavinin değerlendirilmesi mutlaka uzman hekimler tarafından yapılmalıdır.

Grip Aşısı Kalbi Korur mu?

Prof. Dr. Tevfik GürmenDünyada ve Türkiye’de ölümlerin yarıdan fazlası kalp ve damar hastalıklarından kaynaklanmaktadır. Özellikle kış mevsiminde kalbimize dikkat gerekir. Grip aşısı hayatınızı kurtarabilir. Kış döneminde artış gösteren kalp hastalıkları ve kalp krizi oranları arttığı için grip aşısı yaptırmak kalp krizini önlemede etkili bir yoldur.



Prof. Dr. Tevfik Gürmen


İ. Ü. Kardiyoloji Enst. Girişimsel Kardiyoloji Srm.


 


 





- Kış döneminde kalp krizi riskini tetikleyen en önemli faktörler nelerdir?


Kalp krizinden ölümler kış aylarında artmaktadır. Soğuk havada artan enerji ihtiyacı nedeniyle aşırı yağlı yemek ve az hareket, kilo alımına neden olur. Kışın ortaya çıkan hava kirliliği, sigara içilen kapalı mekanlarda bulunma da kalp krizi riskini büyük ölçüde artırır.


Soğuk havada aşırı efor


Çok soğuk havalarda aşırı efor yapmak da kalp hastaları için tehlikelidir. Soğuk havanın  damar büzücü etkisi ile zorlanma birleştiğinde kalp krizi ve ani ölüm riski ortaya çıkabilmektedir.


Üst solunum yolu enfeksiyonlarının etkisi


Kalp krizi geçiren hastaların birçoğunun kriz öncesinde bir üst solunum yolu enfeksiyonu geçirmiş oldukları dikkat çekmektedir. Gerçekten de literatür gözden geçirildiğinde hastaların yüzde 35’inde kalp krizi öncesi grip öyküsü bulunmaktadır. Yeni çalışmalar, grip virüsünün neden olduğu biyokimyasal ve hücresel değişikliklerin kalp damarlarındaki “aterom” plaklarında yangıya yol açarak damarda ani tıkanma sonucu kalp krizine neden olabildiğini göstermektedir. Kış döneminde grip dışında zatürre de, kalp yetmezliği ve kalp hastalarını tehdit etmektedir. Kalp hastaları için ölüm riski taşıyan bu hastalık, solunum yolu ve damar hastalıklarına bağlı ölümlere neden olmaktadır.


- Grip aşısı kalp krizini önleyebilir mi?


Araştırmalar grip aşısının özellikle koroner hastalığı olanlarda kalp krizi riskini önemli ölçüde azalttığını göstermektedir. FLUVACS isimli çalışmada kalp krizi nedeniyle veya anjiyoplasti (balon) / stent işlemi için hastaneye yatırılmış hastalarda grip aşısı uygulamasının kalp nedenli 1 yıllık ölüm oranını yüzde 8’den yüzde 2’ye düşürdüğü bulunmuştur. Bu araştırma grip aşısı endüstrisinin desteği olmadan bağımsız araştırmacılar tarafından yapılmıştır. Bu nedenle Amerikan kalp dernekleri tüm koroner hastalarında yıllık grip aşısı uygulamasını şiddetle önermektedir. 2004 yılının eylül ayında Bill Clinton by-pass ameliyatı olduğunda doktorları eski başkanın grip aşısı olduğundan emin olmadan taburcu etmemişlerdir.


- Aşı ne zaman yapılmalı ?


İdeal olanı, grip mevsimi öncesi yapılmasıdır. Eylül-kasım ayları arasında uygulanması tercih edilmekle birlikte kış aylarında da yapılabilir.


 

Gözaltı Morluklarınızla Savaşın

Gözaltı Morluklarınızla Savaşın, Sibel Türk, Gözaltı Morlukları, Kadın, Güzellik, Cilt Bakımı, Makyaj, SağlıkBir insanın yüzünde ilk bakılan yer gözleridir. Güzel gözler ne kadar hoşa giderse, kızarmış, altları morarmış gözler de o kadar itici görünür. Çoğu genetik sebeplere bağlı olan gözaltı morlukları kişinin yüzüne yorgun ve yaşlanmış bir ifade verir. Bu morluklardan kurtulmak çok kolay olmamakla birlikte imkansız da değildir.


Sibel Türk



Gözaltı morluklarıyla savaşmaya başlamadan önce bunların nedenlerini bilmemiz gerekir. Bu morlukların en yaygın nedeni genetik olmakla birlikte bir diğer sebep; cildin zamanla incelmesi sonucunda kılcal damarların görünür hale gelmesidir. Güneş ışınları bu sorunu adamakıllı arttırır. Bir başka nedense; alerjiler veya yüksek ateşle seyreden hastalıklardır.


Bazı gıdalar, polen, toz, kedi tüyü kimilerinde öyle bir kaşıntı, hapşırma ve göz sulanmasına neden olur ki, bu kişiler gözlerini ovuşturmadan yapamazlar. Sonuç içi kızaran, dışı moraran gözlerdir! Gözalatı morlukları genellikle çok beyaz tenli ve göz çukuru derin olanlarda meydana gelir.


Fizyolojik nedenler arasında vücudun fazla su tutması veya su kaybı, aşırı tuz tüketimi, sigara içmek, kalp hastalıkları, böbrek ve karaciğer hastalıkları birinci sırada yer alır. Tabii uykusuzluk, kansızlık ve demir eksikliği gibi sorunların tümü, gözaltındaki lekelerle kendini ifade eder.


Önlemler neler?


Bu koyu halkaları kısmen düzelten, artmasını önleyen bazı çareler biliyoruz. Her şeyden önce, vücudunuzu susuz bırakmayın. Sonra son derece hassas olan göz çevresini güneşten koruyun, uykunuza özen gösterin, yüzünüzü soğuk su ile yıkayın, tuzu azaltın, bol bol balık, sebze ve meyve tüketin.


Üzüm çekirdeği extresi, C vitamini ve diğer antioksidanlar kılcal damarların güçlenmesine ve cildin gelişmesine yardımcı olur. Bunlardan yararlanın.


Tedavi şekilleri


Gözaltı morluklarına salatalık ya da patates halkalarının veya çay kompreslerinin iyi geldiğini çoğumuz biliyoruz.


* Ancak bu malzemeleri taze olarak ve buzdolabında soğutarak uygulayın.


* K ve C vitamini içeren göz çevresi kremleri kullanın.


* Özel bir teknikle yapılan gözaltı mezoterapisi de son derece güzel sonuçlar veriyor.


* Birçok durumda lazer peeling gözaltı morluklarını hafifletir. Ancak biraz sıkıntılıdır.


* Radyo frekansı ile yapılan yüz gençleştirme seansları hem zahmetsiz hem de gayet etkilidir.


* Fraksiyonel lazer (çok küçük delikler açan bir cihaz) ile gözaltı morluklarında harika sonuçlar alınabiliyor. İyileşme süreci çok daha kısa olan bu yeni lazer tekniği ile yaklaşık 3 seansta gözaltı morluklarını büyük ölçüde hafifletilebiliyor.


 

Vücudunuz "Ne" Diyor ?

Vücudunuz "Ne"Diyor?İnanılmaz bir uyarı sistemi olan vücut, birçok sorunu önceden haber veriyor... Mineral ve vitamin eksikliğinde de bu mekanizma devreye giriyor... Kimi zaman tırnak kırılması, kimi zaman da sinir bozucu bir kaşıntı, uyarı olarak karşımıza çıkıyor... Ancak çoğu kimse bu uyarıları ya hafife alıyor ya da anlamını bilmediğinden üstünde durmuyor.





Çatlak dudak
Dudaklarda çatlama ve dil ucunda kırmızı kabartı, B2 ve B6 vitamini eksikliğinin göstergesi.


Kırmızı cilt
Sertleşmiş, kırmızı bir cilt ve kolda sivilceler, B vitaminleri ile E vitaminin azlığına işaret ediyor.


Kalçada sivilce
Kalça bölgesinde görülen sivilceler, yine B vitaminleri, E vitamini ve yağ asitleri azlığını gösterir.


Az uzayan saç
Saçın az uzaması, demir ve çinko eksikliğinin göstergesi.


Kırmızı gözler
Gözlerde kırmızı damarların ortaya çıkması, A ve B2 vitamini eksikliğinin habercisi.


Kırılan tırnak
Tırnakların kırılganlaşması, vücudun daha fazla demir, çinko ve yağ asitlerine gereksinimi olduğunu gösterir.


Soluk beniz
Soluk bit ten, demir, B12 vitamini ve folik asit eksikliğinin göstergesi.


Dişeti hastalığı
Çeşitli dişeti hastalıkları, Q10 enzimi ve diğer antioksidanların eksikliğini gösterir.


Müzmin yorgunluk
Sürekli yorgunluk da q10 enzimi ve bazı gıda maddelerinin eksikliğini gösterir.


Kuru cilt
Egzama ve cilt kuruluğu, vücutta çinko eksikliğinin belirtisi.


Ağızda aftlar
Daha fazla demire, folik aside ve B12 vitaminine ihtiyacınız var.


Regl öncesi
Regl öncesi şikayetler, vücutta çinko, magnezyum ve B vitamini eksikliği var demektir.

Ses Kısıklığı Ciddi Hastalıkların Habercisi Olabilir Mi?

Op. Dr. Haldun ŞanSes kısıklığı, genellikle sesin azalması veya hiç çıkmaması olarak algılanır. Ancak her türlü normalden farklı ses oluşumuna ses kısıklığı denir ve bu durum bazı ciddi hastalıkların habercisi de olabilir.


Op. Dr. Haldun Şan
KBB Uzm.





“Ses Kısıklığı” nedir?
Sesteki çatallaşmalar, titreşimler, boğuk ses ve diğer tüm ses değişikliğine ses kısıklığı denir. Gırtlaktan daha aşağı seviyelerdeki rahatsızlıklar sesin cılız ve zayıf çıkmasına neden olurken, gırtlağın kendisi ile ilgili hastalıklarda sert, tırmalayıcı ve kısık ses oluşumuna neden olur. Ağız boşluğu ve dil hastalıklarında ise ses boğuk, burundan ve “ağızda sıcak patates varmışçasına” çıkmasına sebep olur.


“Ses Kısıklığı” neden oluşur?
Ses kısıklığı oluşturan pek çok sebep vardır. Bunlar arasında çok basit ve kendiliğinden iyileşebilecek sebepler olduğu gibi ciddi ve tedavisinin büyük ameliyatlar gerektirdiği hastalıklar da olabilir.


Ses kısıklığına sebep olabilecek hastalıklar arasında şunlar sayılabilir: 
-Larenjit (Gırtlak iltihabı)
-Ses tellerinde nodül, kist veya polip gibi iyi huylu kitleler
-Akciğer hastalıkları
-Ses teli hareketini sağlayan sinirlerin felci
-Alerji veya iltihaplara bağlı geniz akıntısı
-Mideden yukarı doğru asit kaçağının olması reflü ve şiddetli kusmalar
-Gırtlak ve çevresindeki dokuların tümörleri
-Ses telleri çevresine gelen darbeler
-Psikolojik sebepler
-Şeker hastalığı veya sinir sistemi hastalıkları gibi vücudun diğer bölgeleriyle birlikte ses telini de tutan hastalıklar
-Sigara, duman ve kimyasal gazlar gibi tahriş edici maddelere maruz kalmak
-Yanlış ses kullanımları(bağırma, çığlık, şiddetli ağlama ve öfke durumları)
-Birtakım cerrahi travmalar(gırtlağa yada üst solunum yoluna yönelik yada genel anestezi için solunum yoluna tüp(entübasyon tüpü) yerleştirilmesine bağlı olarak.



Ne zaman doktora gitmeliyim?
Doğrusu ses kısıklığı olur olmaz doktora gitmektir. Ancak ülkemizde bu pek mümkün olmamaktadır. Bu nedenle genelde 1-2 haftadan daha fazla süren ses kısıklıklarında mutlaka doktora gidilmesini öneriyoruz. Ses kısıklığı ile beraber nefes alma zorluğu, ağızdan kan gelmesi, yutma zorluğu veya boyunda kitle (şişlik) gibi şikayetler de varsa bir Kulak Burun Boğaz uzmanına başvurmak için daha acele etmek gerekir. Özetle kulak burun boğaz uzmanına ne zaman muayene olmak gerekir sorusunun cevabı olarak:


1-) Ses kısıklığı 2-3 haftadan uzun sürerse,
2-) Ses kısıklığı ile birlikte aşağıdaki belirtiler varsa:



  • Soğuk algınlığı gibi belirli bir neden yokken ağrı bulunması,

  • Öksürükle kan gelmesi,

  • Yutma güçlüğü,

  • Boyunda şişlik,


3-) Birkaç günden uzun süren tam ses kaybı veya seste şiddetli değişiklik olursa Kulak Burun Boğaz uzmanı ile görüşülmelidir.


Ses kısıklığı olduğu zaman ne hemen ciddi bir hastalık endişesine kapılmalıyız ne de çok küçümseyip muayeneyi ihmal etmeliyiz. Özellikle sigara içen, 50 yaşını aşmış ve 2 haftadan uzun süreli ses kısıklığı olan erkek hastaların mutlaka hekime başvurmaları ve dikkatli bir gırtlak muayenesinden geçmeleri şarttır. Çünkü gırtlak kanserinin ilk ve en önemli işareti ses kısıklığı olup erken evrede saptandığında yüzde100’e yakın oranda tedavi edilebilmektedir.


Ses kısıklığının tedavisi, ses kısıklığı yapan hastalığa göre değişir. Çünkü ses kısıklığı kendisi bir hastalık değil başka hastalıkların belirtisidir.



Nelere dikkat etmeliyim?
Ses kısıklığının olmaması veya olursa da kolay iyileşmesi için hastanın dikkat etmesi gereken hususlar:


-Sigara ve alkol kullanılmaması (sigaranın rolü çok daha fazladır)
-Sesin doğru tonda, kalınlaştırma ve inceltmeleri fazla yapmadan kullanılması
-Çok uzun süre konuşmaktan kaçınılması
-Diyaframı kullanarak, gırtlak kaslarını çok yormadan konuşulması
-Bol su içilmesi
-Boğaz temizleme hareketini yapmaktan kaçınılması
-Mideden asit kaçağı olan (Reflü) hastalar için akşam saatlerinde çay, kahve, kola, alkol alınmaması, mideyi dolduracak kadar yemek yenmemesi, yemek yiyip hemen yatılmaması, yüksek yastıkta yatılması
-Bulunduğunuz ortamın nemi ve ısısının uygun olması


SAĞLIKLI Uyku = SAĞLIKLI Yaşam

Sağlıklı Uyku = Sağlıklı YaşamVücudun sağlığı için alınan besinler kadar, uykunun da önemi büyüktür... Kimi zaman üst üste içilen birkaç bardak çay ve kahve, kimi zaman etraftaki ses ve gürültü kimi zaman da kafalardaki küçücük bir problemin büyütülmesi bütün geceyi uykusuz geçirmenize neden olur…





Uyumakta güçlük çeken insanlar, iyi uykunun kurallarına uyduklarında bile, zaman zaman uyku problemleri yaşamaya devam edebilirler.


Eğer sizinde akşamları erken yatmanıza rağmen uykunuz bir türlü gelmiyorsa; gece geç saatlerde, hatta sabaha kadar gözünüzü kırpmadan oturup televizyondaki tüm programları izliyor ve bir türlü uyuyamıyorsanız önerilerimizi mutlaka uygulamalısınız, sorununuz tamamen ortadan kalkmasa bile en aza inecektir...


Uyumanıza Yardım Edecek Yöntemler:
#  Yatağa uykunuz gelmediği sürece girmeyin, bu durumda yaşayacağınız "acaba uyuyabilecek miyim" kaygısı uykuya dalmanızı daha da güçleştirecektir.


#  Öğle uykusundan kaçının. Öğlen uyusu, uyku birikimini azalacağından gece uykunun gelmesini geciktirir ve uykusuzluk çeken insanları olumsuz etkiler.


#  Çok sıcak ve çok soğuk yiyecekler veya kafeinli içecekler uykunuzu kaçırır. Uyumak için bir bardak ılık süt veya ıhlamurla birkaç bisküvi yemeyi tercih edebilirsiniz.


#  Akşam saatlerinde yenilen aşırı miktarda yemek veya uyku öncesi aşırı miktarda sıvı alınması mideyi rahatsız ederek, uykuya geçişi zorlaştırır.


#  Sigaranın uyku bozukluklarına yol açtığını ve nikotinin tüm sinir sistemini etkilediğini unutmayın.


#  Uyku ortamının fiziksel şartlarına dikkat edin. Işık, gürültü, yattığınız zemin veya oda ısısı uykuya dalmanızı etkileyen faktörlerdir ve bunlar kişiye göre değişir. Siz kendinize en uygun fiziksel ortamı tespit etmeli ve bu ortamda uyumaya çalışmalısınız.

80 Yaş Üstüne Bypass Takviyesi

Prof. Dr. Süha KüçükaksuHalk arasındaki “yaşlı kişilere bypass ameliyatı riskli” inanışı son yıllarda geçerliliğini yitirdi. Artık bypass ameliyatı olan kişiler arasında 70’li 80’li yaşların çoğalması dikkat çekiyor.



Prof. Dr. Süha Küçükaksu
Kalp Damar Cerrahisi Uzm.





Asistanlığımın ilk yıllarında 60’lı yaşlardaki bir hasta yüksek riskli olarak kabul edilirdi ve o kategoride işlem görürdü. Ama şimdi 60’lar aşıldığı gibi 70’lere hatta 80’lere geldik. Gelinen noktada yaşın kalp damar cerrahisi için önemli bir risk faktörü olmadığı ortaya çıktı. Bunun en önemli de nedeni insan ömrünün uzaması. Teknolojinin gelişimi yanında tıbbın insanlara sunduğu imkanlarla hastalıkların erken teşhis edilmesi ile insan hayatı uzadı. Yani artık “yaş yetmiş iş bitmiş” değil, aksine o yaşlarda biz işi devralıyoruz. Yüzyılın başında insan ömrü 50’li yaşlarda iken artık bu 80’li yaşlara geldi. Amacımız insanların daha uzun ve kaliteli bir uzun ömür yaşamaları... Bu nedenle şimdi 90 yaşına merdiven dayamış denilen 80’li yaşlardaki birçok hastaya rahatlıkla bypass ameliyatı yapabiliyoruz.


Tek kriter kendi işini yapabilmesi…
79 ve 80’li yaşlardaki bypass operasyonlarını “bir nevi anti-aging” şeklinde  tanımlayabiliriz. Amacımız insanların fiziksel olarak aktif oldukları yaşları daha da uzatmak. Tabii burada fizik kondüsyon önemli. Bazı hastalarımız var 85 yaşında ama görüntüsü 65. O nedenle hastalarıma sorduğum tek soru var: Günlük ihtiyacını kendin mi görüyorsun? Bu sorunun cevabı evet ise ameliyat olabilir. Eski tabirle eli ayağı tutuyorsa ne kadar yaşlı olursa olsun gerekiyorsa ameliyatı öneriyoruz. Ancak bu safhada hastadan öte yakınları endişeli davranıyor. Onlara da aynı şekilde ‘hastanızın eli ayağı tutuyorsa kalp sağlığını düzelterek kimseye muhtaç olmadan hayatlarını devam ettirmelerini sağlamalıyız diyoruz.


Yaşlı hastalarda kalp damarları dışındaki damarlarda mesela beyni besleyen damarlarda kireçlenmeler, kolesterol plaklarının birikmesi gibi durumlar biraz daha fazla oluyor. O nedenle ameliyat sonrası komplikasyon risklerinin artabilme ihtimali var ama bu hiçbir zaman ameliyata engel değil. Çünkü ameliyat öncesi detaylı bir tarama yaparak risk durumuna bakıyoruz. Özellikle beyine giden damarları gözden geçiriyoruz. Gerekirse daha ileri tetkikler yaparak ameliyat sonrası oluşabilecek riskler varsa onları saptıyoruz. Ardından da hastayla ve yakınlarıyla durumu değerlendirerek bir karar veriyoruz.

Kontrolsüz Alkol Tüketimi Migreni Tetikliyor!

Oya yüksekMigrenli 429 hasta üstünde yapılan bilimsel bir çalışmada; hastaların yüzde 28.4’ünü alkollü içeçeklerin, yüzde16.5’ini peynir ve çikolatanın,  yüzde 11.8’ini kırmızı şarabın ve yüzde 28’ini ise biranın etkilediği rapor edildi.



Oya Yüksek
Diyetisyen





Başka bir araştırmada ise, migrenli 490 kişiden yüzde 18’ini çikolata ve peynirin,  yüzde 11’ini turunçgillerin, yüzde 29’nu ise alkolün etkilediği belirtiliyor. Bu tetikleyici besinlerin bazılarını az yemek ya da hiç yememek, şiddetli baş ağrılarını önlemenin etkili bir yolu olarak gösteriliyor.


Migrenin birçok nedeni olmakla birlikte hayat şartları veya çevresel tetikleyici denilen; hormonal denge değişimleri, belirli besinler ya da kimyasallar migreni etkileyebilmektedir.


Migren, beyinde kan damarlarının gevşemesi ve daralmasıyla meydana gelen bir rahatsızlıktır. Birçok bilim adamı migrenin genetik faktörlere dayandığını savunmaktadır. Genel olarak nedenlerine bakıldığında ise;



  • Hormonal değişiklikler ( regl, menopoz, hamilelik, doğum kontrol hapları, hormon tedavileri, doğum)

  • Çevresel faktörler ( iklim değişiklikleri, hava kirliliği gibi)

  • Uyku düzeni (fazla veya az uyumak)

  • Düşük serotonin düzeyleri

  • Beslenme alışkanlıkları

  • İlaç tedavisi ( Kan damarlarında gevşeme yaratan ilaçlar, hipertansiyon için alınan ilaçlar, diüretikler, astım ilaçları, çok sık kullanılan ağrı kesiciler )


Migren ve Beslenme Arasındaki İlişki Nedir?
Diyetsel tetikleyici denilen ve beyindeki kan damarlarının daralmasına ve gevşemesine neden olan amin grupları (tiramin, histamin, fenietilamin) vardır. Bunlar bazı besin öğelerinin içeriğinde bulunmaktadır ve tüketildiklerinde bazı kişilerde baş ağrısını artırabilmektedir. Bu besinler belirlenip diyette sınırlandırıldığında tamamen migreni tedavi etmeseler bile ağrı ataklarını en aza indirgemeye yardımcı olurlar.


Migreni Tetikleyebilecek Besinler Nelerdir?


1. Tiramin (özellikle fermente ürünlerde bulunur) :




  • Süt ürünleri

  • Salamura ürünler

  • Kırmızı şarap veya bira

  • Soya sosu


2. Feniletilamin içeren besin grupları:



  • Çikolata

  • Turunçgiller

  • Kakao

  • Kırmızı şarap


3. Histamin içeren besin grupları:




  • Muz

  • Kırmızı et

  • Bira

  • Eski peynir

  • Balık ve kabuklu deniz ürünleri

  • Nitrit ve nitrat içeren işlenmiş et ürünleri ( salam, sucuk, sosis gibi)

  • Domates, ıspanak

  • Çilek

  • Ananas

  • Çikolata


Katkı Maddelerine Dikkat!
Ağrının ikinci bir diyetsel nedeni ise oluşabilecek besin alerjileri veya besin intoleransıdır. Katkı maddelerinin neden olduğu bu ağrıları hafifletmek adına satın aldığımız ürünlerin etiketlerini okuyarak ürün içeriği hakkında bilgi edinmemiz konusunda uyaran Dyt. Oya Yüksek, bu maddelerin neler olduğunu şöyle açıkladı:




  • Monosodyum glutamat (MSG): Özellikle hazır gıdaların üretimi sırasında eklenmektedir. Kısa süreli de olsa MSG ağrısı diye bilinen ağrılara neden olabilmektedir. Besin etiketlerinde ayrıca; sodyum kazeinat, hidrolize protein veya bira mayası isimleriyle de bulunabilmektedirler. (Örneğin; hazır çorbalar, et suyu tabletleri, dondurulmuş gıdalar, soya sosu gibi).



  • Aspartam :Aspartam içeren tatlandırıcı ve aspartam içeren light ürünler



  • Nitrit ve nitrat içeren işlenmiş et ürünleri: Salam, sucuk, sosis gibi




  • Sülfitler: Koruyucu ( turşu,patates cipsi,şarap,bira gibi)




  • Parabenler: Koruyucu




  • BHA,BHT: Antioksidan




  • Tartrazin: Renklendirici

Topuklu Ayakkabı Kullanırken Dikkat Edilmesi Gerekenler

Özgül İşgörAyaklarına özen gösteren hanımlar için öne çıkan iki önemli unsur var. Birincisi ayak bakımı ikincisi ise parti, düğün, eğlence  gibi aktivitelerde ilk tercih olan topuklu ayakkabılar...


Özgül İŞGÖR
Podiyatrist





Ayak sağlığı açısından her ikisinde de dikkat edilmesi gereken çok önemli noktalar var.


Bakımlı ayaklar şüphesiz kadın güzelliğinin en önemli unsurlarından. Özellikle topuklu ayakkabılar, ayakların çekiciliğini ve güzelliğini yürek hoplatan boyutlara taşıyor. Ancak bu güzelliğin bir bedeli olduğunu da unutmamak lazım. İşte kadınların vazgeçilmezi olan topuklu ayakkabılar hakkında bilmeniz gerekenler...


Ayakkabıda ideal topuk boyu nedir?
Ayaklara cazibe katan topuklu ayakkabılar, dikkatli kullanılmazsa ayaklarda birçok sağlık sorunlarına neden olabilir. Bu yüzden özellikle topuk boyuna dikkat etmek gerekiyor. İnce ya da dolgu topuk da olsa alacağınız topuklu ayakkabıların topuk boyunun 5 cm’den az olmasına dikkat ederseniz, birçok ayak rahatsızlığını başlamadan önlemiş olabilirsiniz.


Yüksek topuklu ayakkabılar, ayak sağlığını nasıl tehdit ediyor?
Topuklu ayakkabılar, insanların yürürken ayak üzerinde oluşturduğu basınç dağılımını bozarak ayakta deformasyonlara neden olabiliyor. Yürürken 3 nokta teması esasına göre yürürüz. Yani topuğumuz, 1. parmağımız ve 5. parmağımızı baz alan bir üçgen taban üzerine basarız. Yüksek topuklu ayakkabıların kullanımı ile topuk olması gerekenden daha yükseğe çıkarılınca yük dağılımı bozulur. En fazla yük taşıması gereken topuğa binen yük azalır ve sonuçta 1. parmağımız 5. parmağımıza göre daha fazla yük altında kalır. Bu durumun uzunca bir dönem devam etmesi de ayakta ve özellikle 1. parmak ekleminde deformasyonlara, aşırı basınçtan dolayı nasırlara ve yine yük dağılımının bozulmasına bağlı olarak tendon ve bağlarda zorlanmalara yol açabilir.


Topuklu ayakkabı, ne süreyle ayakta kalmalı?
Topuklu ayakkabılar ayakta kaldığı süreyle ayağın gereğinden fazla yorulmasına sebep olur. Biri 4, diğeri 7 cm yüksekliğinde topuklu ayakkabı giyen iki kadından, 7 cm topuklu giymiş olan diğerinden 7 kilometre fazla mesafe kat etmiş kadar yorulacaktır. Bu yüzden ayak sağlığını korumak için ayakların ara sıra ayakkabılardan çıkarılarak dinlendirilmesi gerekir.


Topuklu ayakkabıyı ayaklarıma zarar vermeden nasıl giyerim?


Topuklu ayakkabılarınızı ayaklarınıza zarar vermeden giyebilmek için bir takım yardımcı ürünler kullanabilirsiniz. Gehwol’ün yüksek topuklu ayakkabılar için ürettiği Ayak Tarağı Koruyucusu bu seçeneklerden biri. Ürünün silikon jel yastıkları, topuklu ayakkabının ayak tabanınızın ön kısmında sebep olduğu yanmayı ortadan kaldırdığı gibi, kaymayan yapısı sayesinde ayaklarınızın ayakkabının içinde öne doğru kaymasını da engelliyor. Her iki tarafı elastik kumaşla kaplı olan polimer-jel, sadece 2 mm kalınlığa sahip olduğundan her ayakkabıya rahatlıkla sığıyor. Tarak bölgesini sürtünme ve basınca karşı koruyan ürün, ayağın çabuk yorulmasına ve oluşabilecek ağrılara engel oluyor, ayrıca yıkanarak tekrar tekrar da kullanılabiliyor.


Ayakkabı alırken nelere dikkat etmeliyiz?



  • Ayakkabılarınızı akşama doğru almalısınız. Gün boyu ayaklarınıza yük bindiği için akşama doğru ayaklarınız şişer ve genişler. Böylece akşam alınan ayakkabı rahat ise, gün boyu giydiğinizde de sizi rahatsız etmeyecektir.

  • Ayakkabı alırken her iki ayakkabıyı da deneyin, çünkü genellikle, iki ayağınızın boy ve genişliği aynı değildir.

  • Ayak bileği burkulmalarını önlemek için daha geniş ve daha kısa topuklu ayakkabıları tercih etmelisiniz.

  • Parmaklarınızın normal şeklini korumak için, sivri burunlu ayakkabılardan kaçının.

  • Ayakkabının iç kısmının çok kaygan ve sert olmamasına dikkat edin.

  • Ayakkabının parmak ucundaki yüksekliği, ayakkabının içinde parmaklarınızı kıvıracak kadar yüksek ya da esnek olmalı.

  • Satıcının, ayakkabının zamanla açılıp ayağınıza uyacağı şeklindeki sözlerine kanmayın. Çünkü genellikle bu durum gerçekleşmez.

  • Her zaman ayağınızın hava almasını sağlayan ayakkabı modellerini tercih edin.

  • En uzun parmağınız ile ayakkabının ucu arasında yarım santim boşluk olmalıdır.

Kalp Ritmini Oynatan 3 Neden

Dr. Tayfun AçılKalp dokusunu meydana getiren hücrelerin her birinin elektrik üretebilme yeteneği var. Bunlar arasındaki ahenk bozulunca da ritim bozukluğu ortaya çıkıyor. Yaşamı tehdit edebilen ritim bozukluğu 3 nedenden kaynaklanıyor.



Dr. Tayfun Açıl
Kardiyoloji Uzm.





Eğer karıncıklardan kaynaklanıyorsa nispeten daha tehlikeli olabiliyor. Örneğin bayılmaya, hatta ani kalp ölümüne yol açabiliyor.


Kalbimiz herkesin kabaca yumruğu kadar bir büyüklüğe sahip özel bir kas dokusundan oluşuyor. İnsan kalbinin hem elektriksel hem mekanik işlevleri bulunuyor. Bunlar arasında temiz kanı organlara göndermek ve kirli kanı da akciğere gönderip onun temizlenmesini sağlamak yaşamsal özelliğe sahip. Kalp bu görevlerini yerine getirerek insan dolaşımını ömür boyu ayakta tutmaya çalışıyor. Bunun dışında kalp dokusunu meydana getiren hücrelerin her birinin elektrik üretebilme yeteneği var. Bunlar ahenk içinde çalışıyor. Ahenk bozulunca da ritim bozukluğu ortaya çıkıyor.

Kalp ritmini neler bozuyor?


Kalp ritmini bozan başlıca 3 neden var:



  • Kalbin  elektriksel özelliklerini bozan her türlü yapısal kalp hastalığı.

  • Yapısal  bozukluk olmadığı halde kalpte doğrudan oluşan elektriksel kalp hastalıkları.

  • İnsan bünyesini strese sokan her türlü iç ve dış etken.


Kalp ritim hızı hangi değerde olmalı?
Her insanın kalbinde, sağ kulakçıkta yer alan ve elektriksel uyarı oluşturan sinüs düğümü diye bir merkez var. Burada oluşan uyarılar, özelleşmiş ileti yollarından iletilerek kalbin karıncıklarına yayılıyor. Bu sayede kalp kasında bir kasılma meydana geliyor ve kan da bu şekilde pompalanıyor. Normalde sinüs düğümü bunu kişi dinlenme halindeyken dakikada 60-100 arasında bir hızla yapıyor, bu da nabız dediğimiz durumu yaratıyor. Kalbin ritim hızı 100’ün üzerine çıkarsa da, 100’ün altına inerse de rahatsızlık yaratıyor.


Ritim bozukluğu ne tür sorunlar oluşturuyor?
Tıpta “aritmi” adı verilen ritim bozuklukları, kalbin kulakçıklarından kaynaklanan türde olabildiği gibi, kalbin karıncıklarından kaynaklanan türde de olabiliyor. Karıncıklardan kaynaklanıyorsa nispeten daha tehlikeli olabiliyor. Örneğin bayılmaya, hatta ani kalp ölümüne neden olabiliyor. Bu ritim bozukluklarının bazısının nedeni bilinmemekle birlikte birçoğu genetik olabiliyor. Ritim bozukluklarında eğer nabız 100’ün üzerindeyse “taşikardi” deniliyor. Eğer 60’ın altında bir nabza neden olan ritim bozukluğu varsa “bradikardi” deniliyor.


Ritim bozukluklarının belirtileri neler?
Normalde kalp atışlarının farkında olmayız. Fark eder hale gelirsek buna çarpıntı diyoruz. Ama bunun yanı sıra baş dönmesi, bayılacakmış gibi olma gibi durumlar ortaya çıkabiliyor. Hatta en kötüsü ani kalp ölümü şeklinde kendini gösterebiliyor.


Kalbin ritmini neler bozuyor?
-         İnsan bünyesini strese sokan her türlü iç ve dış etken kalp ritim bozukluğu yaratabiliyor. Psikolojik stres de buna yol açabiliyor.


-         Zeminde yatan elektriksel kalp hastalığı varsa aritmi tetiklenebiliyor.


-         Aşırı soğuk, aşırı sıcak olabiliyor. Sıcak havalarda kalp hızlı artıyor, aşırı soğuk havalarda ise nabız sayısı düşüyor.


-         Deprem gibi doğal afetler kalp krizini tetikleyebildiği gibi, kalp ritim bozukluklarını da tetikleyebiliyor, ancak yine de zeminde başka bir sorun olması lazım. Herkeste olacak diye bir kural yok. Bu tür olaylar gerginliğe yol açtığı için anksiyete yaratıyor. İstirahat kalp hızının yüksek olmasına neden olabiliyor.


Toplumda görülme sıklığı nedir?
Kalbin kulakçığından kaynaklanıyorsa binde 2 civarında oluyor. ABD’de ani kalp ölümü gibi ciddi ritim bozuklukları toplumda yılda yaklaşık 300-350 bin arasında görülüyor. Avrupa’da benzer rakamlar var. Kulakçıktan kaynaklanan kısa devreye bağlı olanlar genelde daha çok genç kadınlarda görülüyor. Ama daha ölümcül olarak nitelendirdiğimiz ve karıncıklardan kaynaklanan ritim bozuklukları kalp damar tıkanıklığı olan, yüksek tansiyon sorunu bulunan hastalarda olacağı için daha ileri yaşlarda meydana geliyor.


Tanısı nasıl konuyor?
Kalbin elektriksel özelliğini görüntü haline çeviren, halk arasında elektro ya da EKG denilen tetkikle tanı konulabiliyor. Bunun 24 saatlik olanı da var. Holter EKG ya da ritim holter ile tanı konulabiliyor. Bunun dışında girişimsel bir işlem olan elektrofizyolojik çalışma da tanı koymada kullanılıyor. Kalbin içine özel kablolar yerleştirilerek kalbin elektriksel özelliği ortaya konuluyor. Ritim bozukluğu varsa bu şekilde teşhis edilebiliyor.


Ritim bozukluğunu önlemek için neler yapmalı?
Basit ritim bozuklukları sağlıklı bireylerde de görülebiliyor. Bunlarda genelde tedaviye gerek duyulmuyor. Bu kişilerin kafeinli içecekler, sigara tüketimi, stres, uykusuzluk ve bazı grip ilaçlarından uzak durmaları gerekiyor.


Ne tür tedaviler uygulanıyor?
Basit olmayan ritim bozukluklarında ilaç tedavisi uygulanıyor. Ancak ilaç tedavisi uygulandığı sürece etkili oluyor, kesin tedaviyi sağlamıyor. Eğer kısa devreye bağlı ritim bozukluğu varsa o zaman kısa devreye neden olan anormal ileti yolunun yakılması ile tedavi ediliyor. Buna “Radyofrekans Ablasyon Yöntemi” deniliyor. Bu işlemde hasta anjiyografi odasına getiriliyor. Masaya yatırılıyor. Kasıktan ve bazen boyundan özel kablolar kalbin içine yerleştiriliyor. Anormal ileti yolunun yeri bulunduğunda, yine özel bir kateter olan ablasyon kateteri ile kalbin hastalıklı bölgesine gidiliyor. Radyofrekans dalgası yardımıyla oluşan ısıyla o bölge tahrip ediliyor. Kalbin içine girilip ısı veriliyor. Bu ısı 50-70 derece arasında oluyor. Ancak, hasta bu ısıyı hissetmiyor. Yani, herhangi bir acı duymuyor.


Kriyoablasyon yöntemi nedir. Hangi durumlarda başvuruluyor?
Anormal ileti yollarının ortadan kaldırılması için “kriyoablasyon” denilen ve nispeten daha yeni olan bir yöntem daha uygulanabiliyor. Kalbin içine girilerek, eksi derecelerde soğutma ve tahrip etme yoluna gidiliyor. Kalbin içinde anormal iletiye yol açan bölge aşırı donduruluyor, eksi 75 derecede soğutuluyor. Soğuk da o hücreleri öldürüyor. Anormal ileti yollarını ortadan kaldıran bu işlemlerin süresi ritim bozukluğunun türüne göre değişebiliyor. Genelde ortalama bir iki saat içinde sorun çözümleniyor. Komplikasyon oranı çok düşük. Yüzde 5-10 arasında nüks edebiliyor. Genelde çok iyi ve kalıcı çözüm veriyor. Hasta sırf bundan dolayı hasta ilaç alıyorsa bu tedaviden kurtuluyor. Bu işlemi elektrofizyoloji eğitimi almış uzman kardiyologların yapması büyük önem taşıyor.

Öksürük Nöbetlerinizin Nedeni Reflü Olabilir

Dr. İlkay KeskinelGeceleri sizi rahatsız eden öksürük nöbetlerine yakalanıyorsanız; çikolata, kahve, alkol, baharatlı ve yağlı yiyecekler tükettiğinizde öksürüğünüz artıyorsa ve bu durum 3 haftadan fazla sürdüyse bu, reflü şikayetiyle karşı karşıya olduğunuz anlamına gelebilir.



Dr. İlkay Keskinel
Göğüs Hastalıkları Uzm.





Kronik öksürüğü olan hastaların yaklaşık dörtte birinde altta yatan neden reflü
Üç haftadan uzun süren her öksürük, “kronik (müzmin)” olarak kabul edilmektedir. Son günlerde adını sıkça duymaya başladığımız “Gastroözofageal reflü” olarak bilinen mide içeriğinin yemek borusuna geçmesi durumu, kronik öksürüğün astım ve geniz akıntısından sonra üçüncü en sık sebebidir. Kronik öksürüğü olan hastaların yaklaşık dörtte birinde altta yatan neden reflüdür.


Öksürük bazen reflünün tek habercisi olabilir
Klasik reflü belirtileri arasında; göğüste yanma, ağza asit gelmesi ve ağızda acı tat sayılabilir. Bu belirtilere eşlik edebileceği gibi, bazen öksürük reflünün tek habercisi olabilir. Reflüye bağlı öksürük çoğunlukla; çikolata, kahve,  alkol, baharatlı ya da yağlı yiyecekler ile şiddetlenir. Özellikle yatınca ve geceleri öksürük artar. Reflü öksürüğe neden olabildiği gibi, öksürük de reflüyü arttırabilir. Ayrıca reflünün astımı tetikleyebilmesinin yanı sıra astımlı hastalarda da reflü daha sık görülmektedir.


Doğru tanı ve uygun tedavi önemli
Eğer tipik şikayetler varsa, reflü tanısı koymak kolaydır. Tanıda yemek borusu asit ve basınç ölçümü, endoskopi gibi yöntemlerden yararlanılabilir. Ayrıca, tedaviye yanıtın değerlendirilmesi de kimi zaman tanıya götürür. Reflüden şüphelenildiğinde, bir gastroenterolog (mide-bağırsak hastalıkları uzmanı), hangi tanı yönteminin uygun olduğuna karar verecektir.


Reflüye bağlı öksürüğün tedavisinde öksürük kesiciler değil, mide asidini engelleyen ilaçlar önerilir.
Tedavi, öksürük düzeldikten sonra en az üç ay daha sürdürülmeli ve daha sonra azaltılarak kesilmelidir. Ayrıca diyetteki yağ miktarı azaltılmalı, öğünler küçük tutulmalı ve kafein, çikolata, alkol gibi yemek borusu alt ucunun basıncını düşürerek mideden yemek borusuna asit geçişini arttıran besinlerden uzak durulmalıdır. Reflülü hastaların yemekten hemen sonra yatmaları önerilmez. Yatak başını (sadece yastıkla boynu değil!) yükselterek uyumaları hastalara bir miktar yarar sağlar.

Spora Doğru Beslenerek Başlayın

Dyt. Aysu AydınDüzenli spor yapmanıza rağmen istediğiniz kiloya ulaşamıyor musunuz? Spor yaptıktan sonra kendinizi halsiz mi hissediyorsunuz? Bu sorulara yanıtınız EVET ise beslenme alışkanlıklarınıza daha çok dikkat etmelisiniz. Çünkü doğru beslenmeyen sporcularda performans düşüklüğü yaşanırken; zayıflamaya çalışan sporcularda ise istenilen kilo elde edilemeyebiliyor.


Dyt. Aysu Aydın


 





Egzersiz ve spor yapanlar için ideal beslenme bir yaşam biçimi ve alışkanlığı olmalıdır. Sporcular, performanslarını artırmak için zamanlarının büyük bölümünü antrenman yaparak geçirmektedir ancak beslenmelerine dikkat etmezlerse bu çabaları boşa çıkabilir. Beslenmesine dikkat eden kişinin; performansı yükselir, yaptığı antrenmanın etkinliği maksimum düzeyde olur, yüksek konsantrasyona ve dikkate sahip olur, hastalık ve sakatlanma oranı düşük ve bu durumlarda toparlanma süresi kısadır, büyümesi ve gelişmesi beklenen düzeydedir, vücut ağırlığı ve vücut yağı ideal aralıklarda olur.


Egzersiz ve spor yapan kişiler için temel beslenme önerileri;



  • Günde 3 ana, 2- 3 ara öğün olacak şekilde beslenmek performansı olumlu yönde etkiler.

  • Her öğünde karbonhidrattan zengin tahıl ürünleri, yağsız kek ve kurabiyeler, ekmek, pilav, makarna, meyve ve patates yer almalıdır.

  • Egzersiz sonrası kaslarda azalan karbonhidrat depolarının yenilenmesi hızlı bir şekilde gerçekleşmektedir. Bu nedenle egzersiz sonrası ilk iki saat içinde kadınlar en az 50 g,erkekler 70 g karbonhidrat içeren yiyecek ve içecek tüketmelidirler. Bunlar; 2 ince dilim ekmek, 2 galeta, 7 etimek, 5-6 adet bisküvi, 1 gofret,  1 kase tahıl gevreği+ 1 bardak süt, 1 kutu meyve suyu, 2-3 adet muz, 2 büyük boy haşlanmış patates, 1 büyük kutu sporcu içeceği, 2 su bardağı kadar patlamış mısır 50 g karbonhidrat içeren yiyecek ve içeceklerdendir.

  • Yeterli ve dengeli bir beslenme programı izleniyorsa, diyete ek olarak vitamin – mineral kullanmaya gerek yoktur. Ancak yeterli beslenmediğini düşünen kişiler günde 1 adet multivitamin/mineral tableti alabilirler. Ancak performansı artırmak için fazla kullanmak doğru değildir.

  • Posa içeriği yüksek yiyecek tüketimine dikkat edilmelidir. Bazı egzersizlerin laksatif (bağırsak hareketlerini hızlandırıcı) etkisi vardır. Kişide ishal durumu mevcutsa posa içeriği yüksek gıdalara dikkat etmelidir. Kepekli tahıl ürünleri, kurubaklagiller, kuru kayısı, kuru erik, sebze ve meyvelerin posa içeriği yüksektir. Kişide kabızlık gibi bir durum varsa eğer posalı yiyecek alımını artırmalıdır.

  • Kilo verilmesi gereken durumlarda hızlı kilo vermekten kaçınılmalı, haftada en fazla 1 kg olacak şekilde kilo vermeye özen gösterilmelidir.

  • Egzersiz sırasında sıvı tüketimi son derece önemlidir. Egzersiz ile oluşan su kaybına bağlı olarak gelişen dehidratasyon(sıvı kaybı) sonucu performans azalır. Kan hacminin azalması, nabzın hızlanması, bitkinlik, baş dönmesi ve iş gücü azalması dehidratasyon belirtileridir. Günde 10-15 bardak su içilmelidir.

  • Sporcular genel olarak karbonhidrattan zengin besinlerle beslenmeli, günlük aldıkları protein ve vitamin-mineral alımları yeterli olmalı, yağdan gelen enerji spor yapmayan bireylere göre daha az olmalı, tükettikleri sıvı miktarı da daha fazla olmalıdır.

  • Sporcuların enerji gereksinimi; yaş, cinsiyet, boy, ağırlık, bazal metabolizma hızı, yapılan egzersizin türü ve şiddetine bağlı olarak değişmektedir. Sporcuların enerji gereksinimi 2000 kal-5000kal arası değişmektedir.

  • Spor, ana öğünlerden 1 saat sonra ve ara öğünlerden yarım saat sonra yapılmalıdır.


Yanlış beslenme performansı düşürüyor


Enerjinin yiyeceklerle uzun süreli yetersiz alınması durumunda, sporcunun gereksinimi olan enerji, vücuttaki yağ ve yağsız depolarından sağlanmaktadır. Bu durumda ağırlık kaybı ile birlikte, kas dokusunda da azalma görülmekte, kuvvet ve dayanıklılık kaybı ile birlikte performans düşmektedir. Enerjinin yiyeceklerle uzun süreli fazla alınması durumunda ise ağırlık kazanımı görülmekte ve önerilen vücut ağırlığının üzerinde olan sporcularda; hareket yeteneği kısıtlanarak performans azalmaktadır.


Kilo vermek isteyen sporculara sağlıklı öneriler;


* Günlük enerji alımını %10-20 oranında azaltın. Hedefiniz hafta 0,5-1 kg ağırlık                                                                                                             kaybı olmalıdır.


* Diyetteki yağ alımını azaltın. Az yağlı süt ve süt ürünlerini, yağı alınmış et, balık ve derisi alınmış tavuk etini tercih edin. Salam, sosis, sucuk, pastırma vb. gibi şarküteri ürünlerinden uzak durun.


* Kepek, çavdar veya tam buğday unundan yapılmış tahıllar ve kurubaklagilleri tüketin.


* Günde en az 8 yemek kaşığı kadar sebze (az yağlı) ve 4-5 porsiyon meyve tüketin.


* Günde 10-15 bardak su içmeye özen gösterin.


* Tuzlu, hazır ve içeriğini bilmediğiniz yiyeceklerden uzak durun.


* Öğün atlamayın ve asla uzun süre aç kalmayın. Mutlaka kahvaltı yapın.


* Meyve suyu, hamur işi, kızartma ve kavurma gibi yiyecek ve içecekleri tüketmeyin.

İyileşme Ümidi İle Antibiyotiğe Sarılmayın

Doç. Dr. Kenan KeskinSon dönemlerde kış hastalıklarının artışı ile birlikte antibiyotik ve diğer ilaçların kullanımı da yaygınlaştı. “Eczaneden bir antibiyotik alayım da boğazımdaki rahatsızlıktan kurtulayım” ya da  “Geçen sefer iyi gelmişti, bir tane hap içeyim” diyorsanız yanılmakla kalmıyor, bilinçsiz ilaç kullanımından kaynaklanan hastalıklara vize veriyorsunuz demektir.


Doç. Dr. Kenan Keskin


Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı





Çoğumuz ilaç kullanmayı sevmeyiz çünkü tadı kötüdür; ama gerektiğinde ciddi paralar ödeyip ilaç alır ve kullanırız. Ancak doktor tavsiyesi olmadan, gelişigüzel kullanılan ilaçlar insan vücudunda pek çok olumsuz etkiye neden olarak hastalıklara davetiye çıkarabilir. Özellikle antibiyotikler bilinçsiz kullanıldıklarında, gereksiz yan etkileri dışında vücut florasının baskılanması sonucunda fırsatçı bakterilerle oluşan enfeksiyonlara yol açmakla kalmazlar; aynı zamanda bakteriler arasında direnç gelişmesini tetikleyerek, bakterilere karşı doktorların silahı durumunda olan antibiyotiklerin elden çıkmasına yani etkisiz hale gelmesine de yol açarlar.  


İlaçlar iki tarafı keskin bıçak gibidir


Başta antibiyotikler olmak üzere ilaçlar doğru biçimde, yerinde, uygun doz ve sürede kullanıldığında, hayat kurtarıcıdır. Gereksiz, zamansız, yetersiz veya aşırı dozda ve sürede kullanılmaları ya da yanlış ilacın kullanılması gibi durumlarda fayda yerine zararlı olur. İlaçların yanlış ve uygunsuz kullanımları en sık şu şekillerde gerçekleşmektedir:



  • Doktor tavsiyesi olmaksızın, kendi kendine, bir yakını ya da bir eczacının tavsiyesi ile ilaç kullanmak.

  • Küçük çocukların evdeki ilaçları ele geçirmeleri ve onu yemeleri veya içmeleri.

  • Özellikle yaşlılar ve çocuklar tarafından, ilaçların yanlışlıkla kullanılması.

  • Yanlış tanı veya tedavi

  • Tedavi amacı dışında, keyif verici veya başka etkileri için ilaç kullanımı, yani ilaçların kötüye kullanımı.


Hastaya zarar vermemek esastır


Doktorlar öncelikli olarak ilacın fayda ve zararlarını hesap etmelidir. Tıpta bu yaklaşımı özetleyen “primum nil nocere (Önce zarar verme!) şeklinde bir prensip vardır. Hastaya zarar vermemek her zaman birinci öncelik olmalıdır.


Ne şekilde olursa olsun yanlış kullanıldığında bütün ilaçlar az veya çok bir toksik etki (zehir etkisi) veya yan etki (istenmeyen etki) gösterirler, ayrıca alerjik etkilere de neden olabilir.


İlaçların kullanım talimatlarını iyi okuyun


Piyasadaki ilaçların tedavi amacıyla, hangi dozlarda kullanılması gerektiği, yüksek doza bağlı ne gibi etkileri olacağı ve böyle bir durumda yapılması gerekenler, kullanım talimatlarında (prospektüs) belirtilmektedir. Bunlara mutlaka uyulmalıdır.


İlaçlar içerisinde antibiyotik adı verilen özel bir grup vardır. Onların yanlış kullanımında kendilerine has ilave bazı olumsuz etkiler görülür. Bu etkiler sadece ilacı kullanana değil, aynı zamanda daha sonra kullanacak olanlara da olmaktadır.


Antibiyotiklerin, uygunsuz veya gereksiz kullanılmasıyla şu zararlar oluşur:


Vücudumuzun çeşitli bölgelerinde hastalık oluşturmaksızın yaşayan ve “vücut florası” adını verdiğimiz mikroplar yok olur. Bu mikropların ölmesi ile biyolojik denge bozulur. Bunun sonucunda ise çeşitli fırsatçı mikroplar üreyip çoğalarak enfeksiyonlara yol açarlar.



  • Mikroplar direnç kazanırlar. Daha sonra aynı antibiyotiği kullanacak hastalarda başarı şansımız azalır.

  • Direnç kazanan mikroplar, hastanelerde özellikle yoğun bakım servislerinde hastane enfeksiyonlarına yol açar. Bu enfeksiyonlar hayati tehlike oluşturabilir. Hastane enfeksiyonları sonucu hastanede kalış süreleri uzar, tedavi ve bakım giderleri artar, kaynaklar heba olur. Eğitime, temel sağlığa ve beslenmeye harcanması gereken kaynaklar yanlış kullanılmış olur.


Bu önerileri dikkate alın!



  • Doktor tavsiyesi dışında, kendi kendine karar vererek ilaç kullanılmamalıdır.

  • Doktor olmayan kimselerin tavsiyesi ile ilaç kullanılmamalıdır.

  • İlaçlar çocukların ulaşamayacağı, mümkünse kilitli dolaplarda saklanmalı, küçük çocukları evde yalnız bırakmaktan kaçınılmalıdır.

  • İlaç kullanırken herhangi bir olumsuz etkinin (Yüksek ateş, bulantı, kusma, baş dönmesi, görme bozuklukları, kaşıntı, vücutta ürtiker benzeri kızarıklıklar veya mor lekelerin görülmesi) görülmesi halinde vakit kaybetmeden doktora başvurulmalıdır.

  • Tedaviden beklenen sürede istenen etkinin görülmemesi halinde yine doktora danışılmalıdır.

Rüzgâra Karşı Yürümek Kalp Krizini Tetikliyor!

Dr. Erkan Ekicibaşı Kalp damar hastalıklarına yakalanma riski olan kişiler ve hastalar, kış mevsiminde yaşam alışkanlıklarına daha fazla dikkat etmeli. Çünkü soğuk hava, özellikle de sert rüzgar kalp krizini tetikleyebiliyor! Kalp krizinden korunmak içinse öncelikle soğuk havada fazla kalmamak ve sert rüzgârı arkaya alarak yürümek gerekiyor!


Dr. Erkan Ekicibaşı


Kardiyoloji Uzmanı





Ülkemizde yaklaşık  3.5 milyon kalp hastası bulunuyor ve bu sayıya her yıl 240 bin kişi ekleniyor. Yine her yıl önlenebilir kalp ve damar hastalıkları nedeniyle 205 bin kişi hayatını kaybediyor. Üstelik çoğalan risk faktörleri yüzünden bu sayı her geçen gün giderek artıyor. Hiç kuşkusuz kalp damar hastalıklarına yakalanma riski olan kişilerin ve hastaların sağlıklarına yılın her mevsiminde dikkat etmeleri gerekiyor.


Özellikle ileri yaş grubunda olanlar, dış mekanda çalışanlar, enfeksiyona zemin hazırlayan kalabalık ortamlarda çalışanlar ve depresyon gibi stres yönetimi bozulmuş kişilerin soğuk havalarda daha dikkatli olmaları gerekiyor. Çünkü soğuk hava, şiddetli rüzgar, kar ve yağmur, özellikle de sert rüzgar kalp krizi gelişimini tetikleyebiliyor.


Sert Rüzgara Dikkat!


Soğuk hava, şiddetli rüzgar, kar ve yağmur vücut ısısını düşürüyor. Özellikle sert rüzgar, vücut yüzeyindeki ısınmış hava katmanının uzaklaşmasına neden olarak “hipotermi” riskini kar ve yağmura göre daha fazla arttırıyor. Kalp de mevcut vücut sıcaklığını koruyabilmek için daha fazla kan pompalamak zorunda kalıyor. Vücut ısısını korumaya çalışılırken kalbin iş yükü artıyor, bunun sonucunda da kalp damar hastalığı olan kişilerde kalp krizi gelişimini kolaylaştırıyor.


Gün İçinde Sıcaklık 5 Dereceden Fazla Düşerse Risk Artıyor


Soğuk hava ayrıca kan damarlarında daralmaya ve kan basıncında artmaya neden oluyor. Eğer kişi zaten yüksek tansiyon hastası ise  bu durum kan basıncının tehlikeli rakamlara yükselmesine yol açıyor. Öyle ki Fransa da yapılan bir çalışmada -4 derece ve altındaki sıcaklıklarda tansiyon değerinin 140/90 mm Hg den yüksek olmasının kalp krizi riskinin 2 kat artmasına neden olduğu saptanmış. Yapılan çalışmalarda tansiyon hastalarında gün içerisindeki hava sıcaklığında 5 dereceden fazla olan düşüşlerde de riskin artığı tespit edilmiş. Soğuk ava ayrıca kalp duvarı stres düzeyinin artmasına ve kanın kalınlaşıp akışkanlığını etkileyerek pıhtılaşmasına neden oluyor. Bunun sonucunda da kalp krizi oluşumuna zemin hazırlıyor. Bunların yanı sıra solunum sistemi enfeksiyonlarının artmasına neden olarak da kalbin iş yükünü arttırıyor ve kalp krizi oluşumunu kolaylaştırıyor.


Kimler Risk Altında?



  • Özellikle ileri yaş grubunda olanlar,

  • Dış mekanda çalışanlar,

  • Enfeksiyona zemin hazırlayan kalabalık ortamlarda çalışmak zorunda olanlar,

  • Depresyon gibi stres yönetimi bozulmuş kişiler soğuk havalarda daha dikkatli olmalı.


Soğuk Havada Kalbinizi Korumanın 10 Püf Noktası



  1. Rüzgârı Arkanıza Alın: Soğuk havada mümkün olduğunca az kalın, rüzgârı arkanıza alarak yürümeye de özen gösterin.

  2. Birkaç Kat Giyinin: Dışarıda uzun süre kalmanız gerekiyorsa veya egzersizi dış ortamda yapacaksanız ve hava soğuksa birkaç katmandan oluşan kıyafet seçerek vücut yüzeyinde koruyucu bir hava katmanı yaratın.

  3. Başınızı Ve Ellerinizi Koruyun: Soğuk havalarda en önemli ısı kaybı baş ve ellerde oluyor. Bu nedenle başınızı mutlaka şapka-bere ile koruyun, elleriniz için de eldiven kullanın.

  4. Isınmak İçin Alkol Almayın: Isınmak amacıyla alkol alımından uzak durun. Alkol cilt damarlarında genişlemeye neden olarak ısı kaybını kolaylaştırıyor ve kanın yaşamsal organlara akışını azaltıyor.

  5. Haftada 3 Gün Egzersiz Yapın: Haftada en az 3 kez, tercihen her gün egzersiz yapın. Egzersizlerin başında mutlaka 10–15 dakika ısınmaya özen gösterin. Asıl egzersiz de yaşınıza uygun kalp hızınızda 15–30 dakika sürmeli. Bu değerler için mutlaka doktorunuza başvurun. Egzersiz sonrası da 5–10 dakika soğuma, gevşeme ve  toparlanma hareketlerini yapmayı unutmayın.

  6. Dışarıda Değil, Kapalı Ortamda Spor Yapın: Soğuk havada yapılan egzersiz kalp hastalığı riskini artırıyor. Ancak bu soğuk havalarda egzersizi erteleyeceğiniz anlamına gelmemeli. Özellikle soğuk ve rüzgârlı havalarda dış ortam yerine havalandırması optimize edilmiş kapalı ortamlarda egzersiz yapın.

  7. Egzersiz Yaparken Sıvı Alımına Dikkat Edin: Egzersiz öncesinde çay, kahve, sigara ve kafeinli içeceklerden uzak durun. Kalp atım sayısını, dolayısıyla kalbin ihtiyacı olan oksijen miktarını artırıp egzersiz için kullanacağınız rezervi azaltır.

  8. Bol Su İçin: Egzersiz sırasında kaybedilen sıvı ve elektrolitlerin yerine konması ve sıvı kaybına bağlı kan akışında bozulmayı önlemek için egzersiz öncesinde ve sonrasında bol miktarda su içmeye özen gösterin.

  9. İlaçlarınızı İhmal Etmeyin: İlaçlarınızı mutlaka doktorunuzu tarafından önerilen saatlerde düzenli olarak alın. Özellikle diyabet ve kalp yetersizliği gibi kronik hastalığınız varsa veya 60 yaş üstünde iseniz her yıl mutlaka grip aşısı yaptırmaya da özen gösterin.

  10. Sigarayı Çöpe Atın: En önemli risk faktörlerinden biri olduğu için sigara kullanıyorsanız hemen bırakın.

Fotoğraflarda Güzel Görünmenin Püf Noktaları

Fotoğraflarda Güzel Görünmenin Püf Noktaları, Kadın, Fotoğraf, Tüyo, Güzellik,Günümüzde sosyal paylaşım sitelerinde profili olmayan insan hemen hemen yok gibi. Herkes profiline en güzel fotoğraflarını koymanın derdinde. Ama siz güzel olmanıza rağmen fotoğraflarda güzel çıkmayı bir türlü başaramayanlardan mısınız?







Ya da arkadaşlarınızla çektirdiğiniz toplu fotoğraflarda sizden çirkin görünmeyi başaran yok mu? Aslında sorununuzun çözümü çok basit... Birkaç küçük ayrıntıya ve tekniğe dikkat ederek siz de fotoğraflarda güzel görünebilirsiniz...


1- Öncelikle duruşunuza dikkat edin. Vesikalık fotoğraf çekiliyormuş gibi durmayın. Bir omzunuz fotoğraf makinesine bakarken diğeri biraz daha arkada kalsın. Böylece daha ince ve zarif gözükürsünüz. Başınızı çok eğerseniz gıdınız olduğundan büyük görünür unutmayın.
2- Eğer fotoğrafınızın flaşlı çekilmesi gerekiyorsa yani karanlık bir ortamdaysanız ruj olarak böğürtlen tonlarını tercih edin. Daha koyu tonlar dudaklarınızın kapkara çıkmasını sağlayacaktır. Tam tersi şekilde şayet karanlık ortamda olduğunuz halde parlatıcı kullanmışsanız dudaklarınızın flaşın etkisiyle gereğinden fazla parlayacağına emin olabilirsiniz.
3-Yapı gereği bazı kişilerde sağ, bazılarında da soldan fotoğraf daha güzel durur. Eski fotoğraflarınıza bakarak hangi açıdan daha güzel durduğunuzu kesinleştirin ve öyle poz verin.
4-Dikkat ederseniz ünlüler zorunlu olmadıkça yüzleri hep hafifçe sağa dönük şekilde soldan poz verirler. Siz de bu tekniği deneyebilirsiniz. Aynı zamanda yüzünüzü birazcık ileriye uzatmayı da denemelisiniz. Böylece yüzünüz ve boynunuz daha ince gözükecektir.
5-Eğer fotoğraf çekileceğiniz yer açık hava ise saçınızı örmeyin ya da toplamayın. Rüzgarın eşliğinde savrulan ya da karışan saçlar ortaya çok daha hareketli ve güzel görüntülerin çıkmasını sağlayacaktır.
6-Güzel fotoğraflarınıza bakın genelde yüzünüzde mutlu bir ifade olan fotoğraflardır. Poz verirken hafifçe gülümseyin ama gülümserken dudaklarınızı ne kadar germeniz gerektiğini ya da dişlerinizi gösterip göstermemeniz gerektiğini aynanın karşısında test edin.
7-Fotoğraf makinesinin objektifinin tam içine değil hafifçe üst kısmına bakın.
8- Fotoğraf çekilmeden hemen önce bir kaç kez üst üste hızlıca gözlerinizi kırpıştırın ki gözleriniz parlak çıksın. Dudaklarınızı hafifçe ıslatmayı da ihmal etmeyin.
9-Eğer iri ve kiloluysanız vücudunuzun bir kısmını, toplu fotoğraflarda yanınızda duran arkadaşınızın, yalnız fotoğraflarda ise poz verdiğiniz alandaki objelerin ( ağaç, masa, heykel vs...) arkasına saklayın.
10-Son olarak zaman hakkında da bir tüyo verelim: Fotoğraf için en iyi zaman ışığın yavaş yavaş azalmaya başladığı günbatımıdır. Gün batımı zamanında her zaman olduğunuzdan daha güzel gözükeceğinize emin olabilirsiniz. Azalan ışık nedeniyle göz altı torbalarınız daha az gözükecek ve yüz hatlarınız yumuşayacak.


 

Gençlerin Diliyle

Gençlerin Diliyle, Gençlik uzrine dusunceler, ben gencim, erdogan yilmaz GENÇLİK ÜZERİNE DÜŞÜNCELER (1)


Erdoğan YILMAZ



I
Ben gencim,


Sosyal değişimlerden, çevremde olup bitenlerden, siz yetişkinlerin söylediklerinden ve yaptıklarından etkilenirim.


Bu etki bazen sandığınızdan çok daha büyük olur. Çünkü kendimi tanıma, anlama; ruhsal-bedensel-zihinsel olgunlaşma uğraş ve çabalarım beni yorar ve söyleyip yaptıklarınıza tepkide ölçüyü kaçırabilirim.


Sizin değerleriniz, kurallarınız, istekleriniz ve tutumunuz zaman zaman beni zorlar, bu nedenle bazen her şey kapkaranlık olur; kendimi çok sıkışmış, çaresiz ve yalnız hissederim.


Hatta göremem, duyamam, yapamam ve kilitlenebilirim… Göremem elim ayağım takılır, “sakar” sanırsınız; duyamam bana söylenen her söz boşuna gibidir; yapamam içimden gelmez, “beceriksiz” olduğumu düşünürsünüz… Bunların karşısında paniğe kapılmanız, bağırıp çağırmanız ya da bol bol nasihat, hatta talimat vermeniz fayda etmez. Bu yola başvurmanız aramızdaki ilişkiyi daha da bozar, beni sizden uzaklaştırabilir ve özgüven duygumu zayıflatır.


Birçok şeyi kabul etmek, içselleştirmek ve beklentilerinize yanıt vermek çoğu zaman olanaksızlaşır. Bu gerçeğin aramızda bir çatışma, inatlaşmaya ve güç mücadelesine dönmemesi için sizin beni baskı altına alma suçlama yerine sabır ve anlayış göstermeniz, “gırtlağın dokuz boğum olduğu” gerçeğini benden çok sizin hatırlamanız gerekir. Unutmayın yetişkin olan ben değilim sizsiniz…


En iyi çözümün ve en çok gereksinim duyduğum tutumun beni yargılayıp suçlamadan anlamaya hazır ve istekli oluşunuza, göz göze bir iletişim içinde dinlemenize çok gereksinim duyduğumu biliyor musunuz?


II  
Ben gencim,


Kendi kimlik ve kişiliğimi sağlıklı ve dengeli biçimde geliştirebilmem için kişilik ve kimliği sağlıklı ve dengeli örnek ve modellere gereksinim duyarım.


Bu örnekler, ailemden, okulumdan, yakın çevremden ve arkadaşlarımdan olduğu gibi toplumdan ve medyadaki çeşitli tip ve önderlerden oluşur. Onlar (olumlu ya da olumsuz olduğuna bakmadan) benim ilgi ve yeteneklerime, arkadaş gruplarımın eğilimlerine, toplumda yarattıkları etkiye ve ses getirme gücüne göre her alandan olabilir.


Benim sağlıklı kimlik ve kişilik gelişimim için sizin bana güven veren, güven duyan, güçlü ve ilgimi çeken, değerli ve sahici bir örnek oluşturmanız, benimle sağlıklı, saygılı ve anlamak için dinlemeye hazır ve istekli bir iletişim içinde bulunmanızın benim için çok önemlidir.


Siz böyle bir örnek olamazsanız yerinizi belki de olumsuz bir örnek ve modelin alacağını biliyor musunuz?


 


III   


Ben gencim,


Büyük bir değişimden geçiyorum. Bu değişim, bedensel, ruhsal ve zihinsel boyutlarda, yani her alanda, hızla ve hep birden sürüyor. Bedenimde benim bile anlamakta zorluk çektiğim başkalaşımlara tanık oluyorum. Elimi kolumu koyacak yer bulmakta sıkıntı çekiyorum. Zihnim zaman zaman karışıyor, bir o daldan bir bu dala atlıyorum. Bir konuya odaklanmakta güçlük çekiyorum. Bazen ruhum kararıyor, umutsuzluk ve karamsarlık sarmalına giriyorum. Bazen de çok neşeli, atılgan ve mutlu olabiliyorum. Ruhumdaki bu dalgalanmalar beni yoruyor… Kısacası istikrar ve bir yol arıyorum. Bazen hepsi birbirine karışıyor…


Bir günümün diğerine benzememesi, bazen çok hareketli, bazen suskun, bazen hırçın bazen sakin oluşum bu değişimin bir sonucu. Yani işim zor… Yani sizin rehberliğinize ve desteğinize gereksinim duyuyorum. Çoğu kez bu duygu ve düşüncelerimi de anlatmıyor, ya da anlatmakta zorluk çekiyorum. Keşke ben bir şey söylemeden siz her şeyi anlayabilseydiniz!..


Bu hızlı ve çok yönlü değişim nedeniyle beni bazen kendinizin çok yakınında bazen de sizden çok uzaklarda geziyor olarak bulabilirsiniz… Şaşırmanız, uyarılarınız, önerileriniz, konuşmalarınız, özellikle kızmanız, bağırıp çağırmanız, tehditleriniz bir işe de yaramayabilir. Bu nedenle benimle konuşurken bu yolları seçmeyiniz, beni anlayışla sabırla dinlemeye hazır olduğunuzu, bu halimle kabul ettiğinizi, bir sıkıntı hissettiğimde yanımda olduğunuzu hissedeyim yeter!...


Geçmişte kendinizin de bu değişimlerden geçtiğini, ne kadar çok sıkıntı çektiğinizi ve aynı gereksinimleri duyduğunuzu bilmiyor musunuz?


 


Biz herşeyi gençliğe bırakacağız…
Geleceğin ümidi, ışıklı çiçekleri onlardır. Bütün ümidim gençliktedir.


M. K. ATATÜRK (1919)

Ava Giden Avlanır

ava giden avlanir, aldatilmak, aldatilan kadin, aldatilan kadin erkek,Bilge Merve SavaşanAldatıldığımı öğrendiğimde çok acı çektim. Uzun bir süre ‘Nerede hata yaptım’ noktasında takılıp kaldım. “Neden-Niçin” sorularına cevap aradım. Bulduğum cevaplarla canımı bir başkasına izin vermeyeceğim şekilde acıttım. Tabii ki zaman her şeyin ilacı oldu ve o günler yaşamımda kabuk tutmuş bir yara olarak yerini aldı. Şimdi düşündüğümde bulduğum cevap ise bambaşka…
Bilge Merve Savaşan


 







Aldatıldığınızı öğrendiğinizde ne hissedersiniz?
Kabullenmesi çok zor olsa da maalesef herkes yaşamı boyunca birkaç kez aldatılmıştır. “Ben hiç aldatılmadım” diyenler aldatıldıklarını bilmeyen ya da kabullenemeyenlerdir. Bir de tabii ki aldatıldığını bilen ama bunu kendilerine itiraf edemeyenler vardır. Çoğu zaman gördüklerimizi, bildiklerimizi bir kenara bırakıp sadece duymak istediklerimizi duyarız. Sevdiğimiz her şeyi yalanlasın çünkü biz ona inanmaya hazırız. Gerçeklerle yüzleşme zamanı geldiğinde aldanan, aldatılan insan olarak bir sonraki ilişkimizde daha temkinli olacağımız konusunda kendimizi ikna ederiz. Çünkü biliriz ki; ‘ Hayat bizi doğru zamanda yanlış insan, yanlış zamanda da doğru insanla baş başa bırakır.’’


 



Aldatılan kadın ya da erkek hiç fark etmez her insan kendini o an değersiz hisseder. Aldandığımızı kabullenmekte zorlanırız. Ondan ayrılırken ondan nasıl intikam alacağımızın da hesaplarını yaparız. Aldatana olduğu kadar, aldandığımız için kendimize de kızarız. Hayal kırıklıklarımız çok büyük ve yaralayıcı olur. Tercih edilmemiş olmak bizi yakar kavurur. Canımızı yakan duygu ‘aldatılmak mı yoksa aldanmış olmak mıdır?’ Neden aldatıldınız? Ya da nasıl oldu da bu durumu fark edemediniz? Sevginizin karşılığı bu mu? Karşınızdakini suçluyorsunuz ama siz de aldatan kadar suçlu olamaz mısınız? Tercih edildiğimiz kişiyi araştırırız. Hem bilmek isteriz hem de bilmemek. Cevaplarını duymak istemediğimiz sorular sorarız kendimize. ‘Onda olan her şey hatta daha fazlasına sahibim ama neden o tercih edildi?’ Tüm bunların tek bir cevabı var: ‘Değer bilmeyen insan sizin değerinizi bilemez ki…’



Yeni bir kişi hayatınıza girdiğinde ise o kişi en doğru kişi bile olsa bu kez biz doğru kişi olamayız. Çünkü güven duygumuz zedelendi bir kere. Ve biz o an acı bir gerçeğin daha farkına varırız:’ Aldatan kişi sadece bize zarar vermez. Bizim gelecekte ki ilişkilerimize ve mutlu olabilme olasılığımıza da zarar verir.’



Şu gerçeği de göz ardı etmemek gerekir; ‘İlişkiyi bitirme cesaretine sahip olamadığımız da aldatılmak için zemini biz de oluşturabiliriz. Çevremiz de ilişkisinden memnun olmayan, ama yalnız kalacağı için bitirmekte zorlanan insanlar yok mu?



Yaş bunalımına giren, kendine olan güvenini tazelemek isteyen, sorunlarla mücadele etmek yerine sorunlardan uzaklaşmak biraz da heyecan arayan sevdiğini kaybetme korkusuna rağmen aldatanlara ne demeli? Onlar aslında sevdiklerini değil kendilerini aldatmışlardır.


Aldatan da aslında kendi içinde çatışmalar yaşar. İki tarafı idare etmenin yarattığı sürekli gerginlik, yakalanma endişesi ve huzursuzluk. Tedirginlik ve gerginlik hali yalanı ağırlaştırır. Çoğu zaman aldatılan aldatıldığının farkındadır. Ama bunu açığa çıkarmak istemez. Aldatıldığını bilen ama buna göz yuman çoğu insan yalnız kalmak ve karşı tarafı kaybetmek istemediği için durumu kabullenir.



Aldatılmak hiçbir şeyin sonu değildir. Aldanan değil asıl aldatan zarar görecektir. Ne demişler  ‘Ava giden avlanır’.

Bunama Erken Yaşlarda Da Görülebilir

Bunama Erken Yaşlarda Da Görülebilir, Barış Topçular, Bunama, Demans, Sağlık, Yaşam, Erken Bunama, Demans (bunama) özellikle ileri yaşlarda (genellikle >65 yaş)  sık olmakla beraber normal yaşlanma sürecinin bir parçası değil bir hastalıktır. Nadiren daha erken yaşlarda da görülebilir. Tek bir hastalık sonucu değil, farklı hastalıklara bağlı olarak da ortaya çıkabilir.


Dr. Barış Topçular


Nöroloji Uzmanı




Demans hastalarında zihinsel fonksiyonlarda günlük yaşamı etkileyecek derecede bozulmalar yaşanır. Bu beraberinde problem çözme, planlama, davranışların kontrolü gibi yetenekleri bozarken kişilik özelliklerinde de değişikliklere yol açar. Bellek bozukluğu demans seyrinde en sık ortaya çıkan yakınmadır. Ancak her unutkanlık demans anlamına gelmez, stres, zihinsel yorgunluk, uykusuzluk, çeşitli ilaçlar da unutkanlığa neden olabilir. Demans sendromunda ilerleyici unutkanlık yanısıra dil bozukluğu, planlama eksikliği, davranış değişikliği gibi ilave yakınmalar da olur.



Demansın başlıca nedenleri:
-Alzheimer hastalığı demans sendromunun en sık nedenidir.
-Beyin damar hastalıkları (inme, felç), frontotemporal demans, Lewy cisimcikli demans gibi farklı hastalıklar da demans sendromuna neden olabilir.
-Çeşitli metabolik bozukluklar (örneğin ağır hormonal düzensizlikler), beslenme bozuklukları, ağır vitamin yetersizlikleri gibi çeşitli durumlar da demans veya demans benzeri tablolara yol açabilir.
-Demans özellikle ileri yaşlarda (genellikle >65 yaş)  sık olmakla beraber normal yaşlanma sürecinin bir parçası değil bir hastalıktır. Nadiren daha erken yaşlarda  da görülebilir.”
 
Demans sendromunda sık görülen semptomlar ise şöyle:


Unutkanlık: Demansta görülen unutkanlık genellikle ilerleyicidir. Hepimizin günlük hayatımızda yorgunluk, stres, uykusuzluk gibi nedenlerle unutkanlık yaşadığı dönemler olur. Bu unutkanlık sıklıkla hatırlamak istediğimiz şeyi hemen hatırlayamama, daha geç aklımıza gelmesi şeklindedir. Ancak demans hastalarında yeni bilgi öğrenilemez ve unutulan bilgiler daha sonradan akla gelmez. Bu nedenle aynı şeyleri tekrar tekrar sorma ya da anlatma olabilir.


Dil bozuklukları: Demans hastaları günlük hayatımızda sık kullandığımız kelimeleri unutabilir ya da yanlış kelimeler kullanabilir.


Görsel/mekansal işlev bozukluğu: Demans hastalarında yön bulma bozulabilir. Bu hafif düzeydeyken bir adresi bulmada güçlük şeklinde karşımıza çıkarken, ilerleyen dönemlerde bilinen adresleri karıştırma, evin yolunu bulmada güçlük şeklinde olabilir.


Yargı/planlama bozuklukları: Hastalığın ilerleyen dönemlerinde hastalar sağlıklı karar vermede güçlük çekebilir, bu nedenle yakınlarının yardımına gereksinim duyabilirler.


Davranış ve kişilik değişiklikleri: Demans hastalarında eskiye göre daha sinirlilik ya da aksine daha sakin bir ruh hali olabilir. Ayrıca zaman zaman olan sinirlilik atakları, şüphecilik gibi şikayetler ortaya çıkabilir.
Nasıl tedavi edilir?


Öncelikle hastanın ne tür zihinsel yakınmaları olduğunu ve bunların ne düzeyde olduğu sorgulanır.  Ardından saptanan sorunların nedenine yönelik değerlendirme yapılır.  Bunları yaparken hastanın yakınmalarının başlangıcı ve zaman içindeki seyri de sorgulanacaktır. Ayrıca hastanın tıbbi özgeçmişi ve ailedeki hastalıklar ile ilgili bilgi alınacaktır. Nörolojik muayene ile demansa neden olan çeşitli hastalıklara özgün bulgular araştırılacak, laboratuvar testleri ile vitamin eksikliği, beslenme bozuklukları, iltihabi durumlar incelenecektir. Beyin görüntülemesi (tomografi ya da MR) beyin anatomisi ile ilgili bilgi verirken beyin damar hastalıkları, beyin tümörleri veya kafa travması gibi demansa neden olabilecek durumların varlığını araştırır. Mental durum testleri veya nöropsikolojik testler(zihinsel fonksiyonların muayenesi)   bellek, dil, problem çözme gibi bir çok işlevi ayrıntılı olarak değerlendirir ve etkilenme düzeyleri hakkında bilgi verir.


Son yıllarda çeşitli demans hastalıklarında kullanılabilecek çeşitli ilaçlar geliştirilmiştir. Her ne kadar bu ilaçlar olan bozuklukları ortadan kaldırmıyor ya da hastalık ilerlemesini durdurmuyor olsalar da semptomlarda iyileşme ve hastalık seyrinde yavaşlama sağlamaktadırlar. Bu hastanın  yaşam kalitesini iyileştirir ve bakım verenlerin yükümü azaltır. Ayrıca çeşitli çalışmalarda bazı demans hastalarının, özellikle erken evredekilerin, çeşitli zihinsel işlevlere yönelik rehabilitasyon uygulamalarından faydalandığını göstermektedir. Demans dünya genelinde en yoğun yatırım yapılan araştırma konularından biridir ve hastalık ilerlemesini durdurmaya yönelik bir çok ilaç ile ilgili çalışma halen devam etmektedir.


 

Entelektüel, Sportif, Seksi Gülüşün Sırrı

Entelektüel, Sportif, Seksi Gülüşün Sırrı, çağdaş kışlaoğlu, karakter analiziinci dişler, içten gülümseme, entelektüel gülüş, çekici gülüş, geçici kaplama, estetik görüntüleme tekniği,direkt komposit uygulamaNasıl bir gülümseme isterdiniz? Herkes tarafından fark edilen, çekici bir gülümseme mi yoksa daha entelektüel bir gülüş mü tercih edersiniz?


Çağdaş Kışlaoğlu


Diş Hekimi




İnci gibi beyaz dişler, içten bir gülümseme, doyasıya bir kahkaha herkes için son derece önemlidir. Güzel gülen insanlar hem kendilerine olan özgüvenleri hem de dış görünümleri ile dikkat çeker. Dişler, yüzümüzün en dikkat çeken yeri. Bu nedenle küçük kusurlar bile hemen göze çarpar.
Karakter analizi…
Hastanın ilk randevusunda hasta ile konuşulur, beklentileri dinlenir. Kişinin hayal kırıklılığına uğramaması beklentileri ve düşünceleri önemlidir. Seansta hastanın psikolojik ve karakter analizi yapılır. Bu seansta hastanın psikolojik durumu ve karakter tahlili yapılır. Hasta özellikle konuşturularak diş-çene-yüz ilişkileri değerlendirilir. Bu randevuda ağız içi, dışı ve yüz fotoğrafları alınır. Rahat konumdayken dudak kapanış ve gülümseme fotoğrafları çekilir. Ayrıca alt-üst çene modelleri elde edilir. Dişlerinin renk kaydı alınır. Hastadan panaromik film denilen tüm diş ve çene röntgeni alınır.



Kişiye uygun gülüş seçenekleri…
Gülüş tasarımında estetik bir gülüş yakalamak çok önemlidir. Bu nedenle gülüş tasarımında kişiye uygun gülüş seçenekleri sunulmaktadır.
Çekici Gülüş…
Bu kategoride ön dişler yan dişlere göre fark edilebilir derecede uzundurlar. Aslında genç bireylerde durum zaten böyledir, ön keserler ilk süren dişler olduğundan zamanla yıpranırlar ve boyları kısalır. Bu da beraberinde yaşlı bir görünüm getirir. Çekici bir gülümsemeye sahip olabilmeniz için ön dişler diğerlerine oranla daha uzun olmalıdır. Ön dişlerin bu şekilde dizaynı size genç, dinamik ve çekici bir gülümseme kazandıracaktır. Bu kategori genç yaştaki bireyler için uygundur.
Entellektüel Gülüş…
Dişler yatay düz bir çizgi üzerine sıralanmışlardır. Entelektüel gülümseme yüze olgun ve bilgili bir ifade verir. Bu gülümseme yüzün alt kısmını daha çok vurgular. Genç yaşlarda dişler ilk sürdüğünde uzunlukları birbirinden farklıdır. Orta yaşlarda ise dişler eşit boylardadır. Estetik diş hekimliği sayesinde bu dezavantajlı durumu avantaj haline getirebilir ve olgun, bilgili ve entelektüel bir gülüş tasarımı yapabiliriz.
Sportif Gülümseme…
Entellektüel ve çekici gülüş arasındadır. Orta kesici dişler yan kesicilerden çok az miktarda uzundur. Sportif gülümseme tasarımı, yüzünüze sıra dışı, içten ve sıcak bir ifade kazandırır. Bu gülümseme entellektüel gülümseme kadar ciddi ifadeli değil, çekici gülüş dizaynı kadar da çocuksu ve genç değildir.



Gülüş Tasarımı Teknikleri…
Gülüş tasarımında çeşitli teknikler kullanılmaktadır. Bu şeklide kişi istediği gülümsemeye kavuşur. Teknikler ise şu şekildedir.
 -Bilgisayarda estetik görüntüleme tekniği…
 Diş hekiminiz tarafından öncelikle sizin yüz ve dişlerinizin çeşitli açılardan dijital fotoğrafları çekilir. Daha sonra bu fotoğraflar özel ve bu amaçla yazılmış bir program yardımı ile hayal ettiğiniz görüntü üzerinde çalışarak size çeşitli alternatifler sunar. Bu yöntemin diğerlerine göre en büyük avantajı, size üzerinde düşünmeniz için çeşitli alternatifler sunmasıdır.
-Direkt komposit uygulama…
Bu yöntemde dişlerinize doğrudan plastik bir dolgu maddesi uygulanır. Diş üzerinde bir heykeltıraş gibi çalışılarak yeniden yapılanma sağlanır. Bu geri çıkarılabilir madde ile bir ya da iki gün geçirerek, ailenizin, arkadaşlarınızın fikirlerini alabilir, ayrıca kendi fotoğraflarınızı çekerek son kararınızı verebilirsiniz.
-Geçici kaplamalar…
Kaplamalarınız hazırlanırken, geçici olsa da, gerçek dişlerinize yakın bir biçimde renklendirilmiş ve normal fonksiyonlarını yerine getirebilecek şekilde üretilen kaplamalar dişlerinizin üstüne takılır. Sizi gerçekten mutlu edecek bir sonuca ulaşabilmek için bu kalıpları, üç ile altı hafta sürekli olarak kullanmanız önemli. Çünkü bu, yeni dişlerinizin son halini almadan önce bir çeşit final provası olacaktır. Böylece diş hekiminiz, sizin ağız yapınıza uygun ve rahat hissedeceğiniz şekilde düzenlemeleri yaparak son şeklini kazandırabilecektir.

Hamilelikte Süt Tüketimi, ‘Gebelik Zehirlenme’ Riskini Azaltır

Hamilelikte Süt Tüketimi, ‘Gebelik Zehirlenme’ Riskini Azaltır,neriman inanç,gebelik,gebelik zehırlenmesi,preeklampsi,5 porsiyon,süt,çoğul gebelik,dünya sağlık örgütü,süt tüketimiAraştırmalara göre, gebelik döneminde yeterli miktarda süt tüketimi halk arasında ‘Gebelik Zehirlenmesi’ olarak da bilinen preeklampsi riskini 5 kat azaltıyor. Anne adayları ve bebekler için ciddi riskler taşıyan preeklampsi riskine karşı uzmanlar süt tüketiminin artırılmasını öneriyor.


Prof. Dr. Neriman İnanç


Beslenme ve Diyetetik Bölüm Başk.




Sadece gebeliğe özgü bir sağlık problemi olan preeklampsiye karşı uzmanlar, anne adaylarının günde 5 porsiyon veya üstü süt ve süt ürünleri tüketmelerini öneriyor. Organlara yaşamsal maddelerin götürülüp atık maddelerin toplandığı damar bölgelerinde gelişen bir hastalık olan ve tüm vücudu etkileyebilen preeklampsi, hipertansiyonu olan gebeliklerde en çok görülen tıbbı sorunlar arasında yer alıyor. Gebeler için oldukça riskli bir durum olarak kabul edilen ve toplumlara göre görülme sıklığı yüzde 2-10 arasında olan preeklampsi, böbrek, beyin, karaciğer gibi organlarda ciddi hasarlara neden olabileceği gibi, hem annenin hem de bebeğin ölümüne de neden olabiliyor.


20 yaşından küçük veya 35 yaşından büyük gebe kalınması, çoğul gebelik, bağ dokusu hastalıkları ve obezite gibi faktörlere bağlı oluşabilen preeklampsi riskinin azaltılmasında da kalsiyum ilavesinin hayati önem taşıyor. Kalsiyum ilavesi preeklampsiyi önlemeye yeterli olmasa da hastalığın şiddetini, hastalığa bağlı anne ve bebek ölümlerini azalttığı araştırma sonuçlarıyla da görülür. Dünya Sağlık Örgütü’nün farklı ülkelerde yaptığı araştırmaların sonuçlarına göre, 20’inci gebelik haftasından önce günde en az 1.5 gram kalsiyum alan kadınlarda, almayanlara oranla preeklampsi görülme oranının daha düştüğünün gözlemlendiğini belirtiyor.


Süt tüketiminin yüksek olduğu Hollanda’da gebeliği süresince preeklampsi gelişmiş 163 kadınla gerçekleştirilen araştırmanın sonuçlarına göre, günde 5 porsiyon ve üstü süt tüketen kadınlarda preeklampsi gelişim riskinin 5 kat daha az olduğu belirlendi. Konuyla ilgili olarak 1990-2006 yılları arasında, toplam 15 bin 528 kadınla yapılan 12 çalışmada da benzer sonuçlar çıktı. Gebelik süreci için oldukça riskli bir durum olan peeklampsinin önlenmesi için anne adaylarının süt tüketmelerini gerekiyor.

İnce ve orantılı vücut için: VASER LIPOSELECTION

İnce ve orantılı vücut için VASER LIPOSELECTION,ince ve orantili vucut,VASER LIPOSELECTION,Prof. Dr. Naci Karacaoğlan - Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzm.,Prof. Dr. Naci KaracaoğlanTürkiye’de yeni uygulanmaya başlanan Vaser Liposelection yöntemi ile istenmeyen yağ ve dokulardan daha kısa sürede kurtulmanız artık mümkün.


Prof. Dr. Naci Karacaoğlan


Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzm.




Vaser Liposelection ağrı, şişlik ve morluk gibi yan etkileri minimum seviyeye indiren yeni bir teknoloji. Hasta, operasyondan sonra, şişlik, morluk gibi yan sonuçların görülmesi minimum düzeye indiği için daha kısa sürede işinin başına dönebiliyor.



Vaser Liposelection yönteminin özelliği nedir?
Üçüncü kuşak bir ultrasonic liposuction yöntemi olan Vaser Liposelection yeni bir teknolojidir. Modern teknolojinin ürettiği bu sistemin temel ilkesi; ultrasonik bir teknolojiyle yani ses dalgalarıyla seçilen yağ dokularını parçalayarak ayrıştırmak ve vücuttan almak. Bu yöntem sayesinde, alınacak yağ seçildiği için bölgedeki diğer dokulara zarar vermeden operasyon tamamlanır, gözle görünür bir incelme sağlanır.



Operasyon nasıl gerçekleştiriliyor?
Sistem üç aşamada gerçekleştiriyor: Önce bölgeye sıvı veriliyor, ikinci adımda ses dalgalarıyla alınacak yağ dokuları seçilip parçalanıyor, son adımda da parçalanan yağ, verilen sıvı içinde vücuttan alınıyor. Bu sistemin en önemli özelliği yağın seçilmesi ve ayrıştırılması.
Vaser Liposelection’ın klasik yöntemle kıyaslandığında üstünlükleri nelerdir?
Vaser Liposelection’ın klasik liposuction yöntemlerinden farkı, özellikle yağ dokusu üzerinde daha etkili olabilmesidir. Bu nedenle operasyon sırasında, çevre bağ dokular ve damarsal yapılar klasik yöntemlere göre daha az hasar görebilir. Bu nedenle, ameliyat sonrası hastada şişlik, morluk ve ağrının daha az görülmesine yol açabilir.



Hasta ne kadar sürede iyileşiyor?
Hasta, operasyondan sonra, şişlik, morluk gibi yan sonuçların görülmesi minimum düzeye indiği için daha kısa sürede işinin başına dönebiliyor.
Vaser Liposelection, vücutta başka hangi bölgelere uygulanabiliyor?
Vücudun bütün bölgelerine yapılabiliyor. Karın, bel, meme, bacak içleri, çene altı ve yanak gibi bölgelere rahatlıkla uygulanabiliyor.  Burada üstünde durmamız gereken en önemli nokta, Vaser Liposelection yönteminin uzman ellerde uygulanması gerektiğidir.

Eyvah Menopoz!

Eyvah Menopoz,müge arslan,menopoz,kilo,ateş basması,terleme,çarpıntı,sinirlilik,depresyon,nesin çeşitliliği,süt ürünleri,e vitamini,alkol,sigara tuz,yürüyüşBirçok kadının korkulu rüyası menopoz dönemde artan kilolarla ve meydana gelen yakınmalarla (ateş basması, terleme, çarpıntı, sinirlilik, depresyon vb.) mücadele etmek hiç de zor değil.


Diyetisyen Müge Arslan



Menopoz dediğimiz karanlık ve korkulu yolu aydınlık ve güneşli bir yola çevirmek için 14 altın beslenme tüyosunu paylaşıyoruz sizinle…
1. Her öğünde besin çeşitliliğine önem vermek gerekmektedir. Yani bir gün içerisinde süt ve süt ürünleri, et ve türevleri, ekmek-tahıl grubu besinler, sebze-meyveler mutlaka belirli ölçüde tüketilmelidir.
2. Kemik erimesi için oldukça önemli ve iyi kalsiyum kaynağı olan süt ve süt ürünlerinden günde en az 3-4 porsiyon tüketilmelidir. Seçimlerinizi olabildiğince yarım yağlı veya yağsız olarak yapınız: 1 su bardağı süt, 1 kase yoğurt, 1 kibrit kutusu kadar (35 gr) peynir.
3. Bu dönemde yağ tüketimi de oldukça önemlidir. Özellikle katı yağlardan uzak durulmalı, yerine bitkisel sıvı yağlar kullanılmalıdır. Özellikle zeytinyağını tercih edebilirsiniz.
4. İyi bir E vitamini içeriği olan yağlı tohumlulardan (fındık, yer fıstığı, badem, ceviz ve soya ürünleri) günde bir avuç tüketilmelidir.
5. Kalp damar hastalıkları ve kemik erimesine karşı koruyucu etkisi olan omega-3 yağ asitleri yeterince tüketilmelidir. Haftada en az 2-3 porsiyon balık (tercihen ızgara) yiyerek omega-3 yağ asitleri ihtiyacınızı karşılayabilirsiniz.
6. Şeker ve şekerli besinler kilo alımını hızlandırdığı için mümkün olduğunca az tüketilmeli, yerine meyve, salata tercih edilmelidir. Eğer canınız fazla miktarda tatlı tüketmek isterse pasta değil sütlü tatlılardan yana tercih kullanılmalıdır.
7. Lifli besinlerin tüketimi bu dönemde de oldukça önemlidir. Özellikle kuru baklagiller (kuru fasulye, nohut, mercimek, kuru bakla, kuru börülce, soya fasulyesi) kepekli tahıllar dediğimiz esmer ekmek, bulgur ve kepekli pirinç, kepekli makarna, kepekli erişte ve kepekli un ve sebze ve meyveler tercih edilmelidir.
8. Diğer yandan kabukları ile beraber yenilen sebze ve meyveleri kabukları ile tüketmelisiniz.
9. Haftada da en az 1-2 porsiyon kuru baklagil yemeği tüketiniz. Kuru baklagiller protein içerdiği için, et gibi protein içeren yiyecekler eklemenize gerek yoktur.
10. Tuz tüketiminizi mümkün olduğunca en aza indirmeye çalışın.
11. Alkol ve sigaradan uzak durun.
12. Bol su tüketiniz. Günde 2 – 2,5 litre sıvı tüketmeye gayret edin.
13. Düzenli bir şekilde kilo takibinizi kontrol ediniz. Kilo almaya başladığınız anda beslenme uzmanına danışınız.
14. Her gün 35 - 45 dakika tempolu yürüyüş yapınız.