15 Şubat 2012 Çarşamba

Umursamazlık Ve Kontrol Sarkacı

Erdoğan YılmazYazın ve tatilin telaşı içinde, pek de üzerine düşülmeyen çocukların okul döneminin başlaması ile birlikte yeniden ilgi konusu haline geleceğini, söyleyebiliriz.


Erdoğan YILMAZ
Eğitimci





Burada sözü edilen iki temel varsayım akıl karıştırıcı olabilir. Birincisi çocuğun “üzerine düşmemek” ikincisi ise onu “boğucu bir kontrol altında ezmek.” Yani okulların açılışı ile birlikte yoğunlaşan ve birbirine karşıt gibi gözüken iki uçtan biri…


“Pek de üzerine düşülmeyen çocuk” saptaması, kuşkusuz her ana baba için geçerli değildir. Kuruntulu, saplantılı, her an bir şey olacakmış korkusunu taşıyanlar ve çocuklarını her olası tehlikeden sakınmaya odaklananlar, çocukların kendileri olmasına izin vermeyecek ölçüde aşırı koruyucu nice anne baba, hatta büyük anne ve büyük babalar bu sözümüzün dışındadır. Onlar için tatilde olmak da okulda ya da evde olmak da pek fark etmiyor.


Aslında ben bu cümleyi biraz da sağlıklı, dengeli ve ölçülü bir ilgiyi düşündürmek için olumlu anlamda kuruyorum. Nedir “sağlıklı, dengeli, ölçülü” ilgi? Böyle bir ilgi, çocuğun kendini denemesine ve özgüven kazanmasına; sınır, yetenek ve becerilerini tanımasına; iletişim ve sorun çözme yetkinliğini artırmasına; kendine, doğaya, başkalarına ve çevresine ilişkin keşifler yapmasına engel olmayan, tersine olanak yaratan; çocuğun kimliğinin ve bedensel yeterliliklerinin sağlıklı gelişmesine katkıda bulunan, bunun için çocuklara nefes alma fırsatı veren bir yaklaşım ve tutumdur…


Buradaki yetişkin tutumu, başıboş bırakmak, çocuğun da içinde bulunduğu ortamlarda hiçbir güvenlik önlemi almamak, kontrol etmemek, “saldım çayıra ya da denize” mantığı ile keyfine bakmak ve umursamazlık değildir. Önemli olan, çocuğun,  orada olduğumuzu ve gerektiğinde (altını çizerek tekrarlıyorum, gerektiğinde) yardım ve destek vereceğimizi bilmesi ve her sorunun çözümü için size sığınan, her şeyi sizden bekleyen bir “öğrenilmiş çaresizlik” içine düşmeden kendi ayakları üzerinde durmayı becerebilmesidir. O gereksinim duyduğunda ya da zaman zaman siz gerek duyduğunuzda, fazlaca didaktik olmadan, azarlamadan ve aşağılamadan, sakin ve güven verici bir sesle yol göstermeniz, olumlu ve yapıcı uyarılarla sağlıklı bir olgunlaşma süreci yaşamasına katkılarda bulunmanız her zaman yararlı olacaktır.


Bu tutum ve yaklaşım biçimi, ikinci varsayımda geçen “boğucu kontrol” sorununu da kendiliğinden çözecektir. Yani umursamazlıkla aşırı kontrol sarkacından siz de çocuk da kurtulmuş olacaksınız. Bunları neden yazıyorum? Şimdi öyle ya da böyle bir tatilden çıkıp okula gelen çocukların üzerine hep birlikte çullanılacak(!) da ondan…


Yani anne babalar, okullarda öğretmen ve yöneticiler, dershaneler, etüt evleri, özel öğretmenler; hatta bunlar yetmez, yakın akraba, eş, dost, abla ve ağabeyin  amansız takip ve boğucu kontrolü başlıyor demektir. Sabahtan akşama ve oradan ertesi sabaha kadar konu büyük olasılıkla hep aynı olacaktır: “Dersini yaptın mı?.. Ödevin bitti mi?.. Kaç soru çözdün?... Öğretmen ne dedi?... Sınavda  -çarşı pazar alışverişi gibi- ne aldın?.. Başkaları ne aldı?.. Sınıfta birinci kim, sen kaçıncısın, neden?... Çantan hazır mı?... Şunu da bunu da çantana koydun mu?...” vb. Bir düşünsenize sizin için de onun için de ne kadar bezdirici ve ömür törpüsü bir yaşam!...


Yine yazıyorum: Gerektiğinde, sakin, buyurganlık taslamayan, tehdit kokmayan, onunla bununla karşılaştırma yapmayan, azarlayıp aşağılamayan bir üslup içinde bütün bunlar konuşulabilir. Tek koşul savcı, yargıç, polis rolünü üstlenmeden, bitmez tükenmez sorgulama, yargılama, suçlama ve mahkum etme yaklaşım ve yöntemlerinden uzak durmaktır. Bu yollar eğitimin bir yöntemi olmadığı gibi aynı zamanda çocuğa güven duymadığınız, başaramayacağı, mutlaka bir hata yapacağı kanısını yerleştirecek, suçluluk duygusunu artıracak (inşallah yanılırım) korkulan olacak, okul başarısı düşecektir. İşin kötüsü bu sonuç sadece okul başarısını değil gelecek ve yaşam başarısını da etkileyecektir.


Bir başka önemli sorun da, bu yaklaşımınızla çocuğa zaaflarınızı, korkularınızı, kaygılarınızı, kısacası yumuşak karnınızı göstermiş olmanızdır. Bir süre sonra o da, her hangi bir şeye ihtiyaç duyduğunda bunları birer koz olarak kullanmayı, hatta pazarlık ve tehdit konusu olarak ileri sürmeyi öğrenecek, kontrolü ele geçirmeye başlayacaktır. Bunun sonu şudur: Çocuk merkezli ve çocuk egemen aile!.. Sonra büyük bir çekişme ve “güç bende” oyunu ile aklınıza hep aynı soru takılacaktır: “Bu çocuk nereden çıktı, kime çekti?..”  Kusura bakmayın ama  sorunun yanıtı açık değil mi?..


Nedendir bilmem, çocuklarımızla hem evde, hem de okulda çok da zor olmayan sağlıklı ve dengeli ilişki ve iletişimi bir türlü gerçekleştiremiyoruz. Tam tersine, küçük küçük ama zaman içinde sonuçları büyük yanlışlarla dünyanın en güzel varlıklarını kendimizden uzaklaştırıyor, kendilerine ve topluma yabancılaştırıyor, zıvanadan çıkarıyoruz… Yazık ki bu durum, insanı insan yapan ve son derecede zevkli bir uğraş olan çalışma ve öğrenme yeteneğini örseliyor ve bundan zevk almayı ortadan kaldırarak adeta bir eziyete dönüştürüyor… Oysa şunu kabul edebilsek ne iyi olacak: Çocuklarımızın hepsi biraz farklı, hepsi biraz kendini arayan, hepsi biraz hareketli, biraz durgun, hepsi biraz sabırsız ve dikkat dağınıklığı içinde bulunan, küçük ama bağımsız, kendine özel, biricik ve özgün bireylerdir; birer ayrı dünyadır onlar… Onların bizden beklediği, başıboş bırakmak da, ölçüsüz kontrol altında ezmek de değil… Yapılması gereken sadece ölçülü, sağlıklı bir sevgi ve şefkat, aynı şekilde bir destek, izleme ve yönlendirme, sınırlarını gösterme ve yavaş yavaş özgürleştirip bağımsızlaştırabilmedir.


Ben çocuk eğitiminde karşımıza sık çıkan, olumsuz tutum ve davranışlarımızın değiştirilmesini o kadar da zor görmüyorum. Bunun için önce gerçekten bu konuda tam olarak niyet edilmeli, sonra ciddi olarak karar verilmeli, bu kararı aynı kararlılık ve özenle uygulamalıyız. Kısacası değişime çocuktan değil, önce kendimizden başlarsak,  çocukta görmek istediğimiz olumlu değişim de kendiliğinden gelecektir.


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder